28 Aralık 2007 Cuma

Mevlana

2007 yılı UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu) tarafından Mevlana yılı olarak kabul ve ilan edilmişti.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, 1207 yılında Horasan’da doğmuş- 1273 yılında Konya’da vefat etmiştir. İlk derslerini Sultanü’l- Ulema (Bilginler Sultanı) olarak isimlendirilen babası Bahaeddin Veled’den almış, düşünceleri Şems-i Tebrizi ile şekillenmiştir.
Selçuklular döneminde yaşayan Hz. Mevlana, tüm insanlığı kuşatan düşüncesi ve evrensel mesajıyla yaşadığı çağı aşarak günümüze ulaşmış gönül insanıdır.
Günümüzü yüzyıllar öncesinden görebilen engin hoş görüşü ve sevgisi ile dünya da hayranlık uyandıran büyük bir düşünce insanıdır.
O, felsefesini sevgi-hoşgörü-doğruluk-dürüstlük-iyilik gibi değerler üzerine kurmuştur. Onun güzel sözleri çağımız da insanların gönlüne yerleşmiş, düşüncesini şiirlerle anlatmıştır. Onun en büyük eseri mesnevisidir. O Mesnevi de şöyle der:
“Cömertlikte akarsu gibi ol, Merhamette güneş gibi ol, Ayıpları örtmede gece gibi ol, Asabiyette ölü gibi ol, Alçak gönüllülükte toprak gibi ol,Hoş görüde deniz gibi ol,Ya olduğun gibi ol, Ya göründüğün gibi ol.”
Mevlana’ya göre Allah’a ulaşmanın yolu ilahi aşktan geçer. O, Sema ederken tüm dünya ile aşkta birleşmiştir. Ellerinden birini gökyüzüne, diğerini yeryüzüne çevirirken Allah’tan aldığını insanlığa sunmuştur. Başka bir ifade ile Hak’tan aldığını halka sunmuştur. Neyden çıkan ses, ruhun aslına dönüşünün sesidir.
Mevlana 17 Aralık 1273 tarihinde güneş batarken bu âlemden öteki âleme göç etmiştir. Ölümünü doğum günü olarak nitelendirdiği için, onun ölüm yıl dönümü doğum günü olarak kabul edilir. Mevlana'ya göre ölmek, Allah'a kavuşmaktır. Sevdiğine ulaşmaktır. Onunla bütünleşmektir. Onun ölüm gecesi vuslat gecesidir. O geceye düğün gecesi anlamına gelen “Şeb-i Aruz” denilmektedir.
Her sene 17 Aralık’ta Konya da Mevlana için Şeb-i Aruz törenleri yapılır. Yapılan bu törenlerden birine katıldığımızda şunu gördüm. Salonda Türklerden çok yabancı turistler vardı. Konuşmalardan sonra sema gösterileri başlayınca, salonda derin bir sessizlik başladı. O muhteşem manzara karşısında yabancı turistler ellerindeki fotoğraf makineleri ve kameralarla o anı tespit etmeye çalışıyorlardı. Her türlü milletten insanın olduğu bu manzarayı görünce aklıma, Mevlana’nın o evrensel mesajı geldi.
O insanlığa şu çağrıyı yapmıştı:
“Gel, gel ne olursan ol, yine gel! İster putperest- ister ateşperest ol, yine gel!Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da, yine gel Bizim dergâhımız Ümitsizlik dergâhı değildir.”
İşte Mevlana’yı Hz. Mevlana yapan bu çağrıdır. İşte Mevlana’yı evrensel değer yapan bu düşüncedir. İşte Mevlana’yı 2007 yılına taşıyan bu felsefedir.
Neden? Çağımızda Mevlanalar- Yunus Emreler- Hacı bayram Veliler- Hacı Bektaşi Veliler- Akşemsettinler- Hoca Ahmet Yeseviler yetişmiyor.
Çünkü toplum bu değerleri yetiştirecek düzeyde değildir. Bu velilerin yetişmesi için, toplumun bu değerlerin yaşadığı asırdaki insanların ruh olguluğuna ulaşması lazım.
Hz. Mevlana’yı doğumunun 800. yılında rahmetle- minnetle – şükranla anıyorum. Gönlünüz Mevlana’nın gönlü gibi geniş olsun.

25 Aralık 2007 Salı

Kurban Bayramı

Kurban insanlık tarihi ile beraber başlamış, tarih boyunca çeşitli kültürlerde bir ibadet olarak uygulanmıştır. İnsanoğlu var olduğundan beri kurban kesilmektedir. İlahi ve batıl dinlerin hemen hemen hepsinde kurban kesilir. İlk kurban, Hz. Âdem’in oğulları Habil ile Kabil tarafından kesilmiş ve Allah’a sunulmuştur.

İslamiyet’te kurban temel inançlarının başında gelir. Kurban, Allah’a manen yaklaşmak için ibadet niyetiyle hususi bir vakitte kesilen hayvana denir.
Kuran’ı Kerim de şöyle buyrulmaktadır:
“Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (Kevser /2)
“Kurbanların ne etleri, ne de kanları hiçbir zaman Allah’a ulaşmaz. Ancak sizden ona yalnız takvanız (saygınız ) ulaşır.” (Hac /37 )
Kurban, bizi Hz. İbrahim’in itaatine - Hz. İsmail’in teslimiyetine- Hz. Hacer’in sabır ve tevekkülüne ulaştırır. Allah’a sığınarak sıkıntılarımıza çözüm bulma yollarını gösterir. Bundan dolayı insanlar önemli işlerinde kurban keserler ve kurban adarlar. Böylece kurban insanın psikolojik yapısında- toplumun sosyolojik yapısında olumlu etkiler meydana getirir.
Kurban kesmek bizi, Allah’a yaklaştırır, çevremizle kaynaştırır ve bizi mutluluğa ulaştırır. Kesilen kurbanlar nedeniyle bayramda ekonomik hayat canlanır. Kurban kesen kimse, kurbanını ihtiyaç sahibi insanlarla paylaşır. Bu vesilesi ile fakirler sevinir. Böylece kurban kültürümüzün bir parçası haline gelir.
Bayramlar, sevinç ve neşe günleridir. Bu günlerde sevinçli ve güler yüzlü olmalıyız. Bayramlar, maddi ve manevi zenginliklerin, insanların üzerine yağdığı günlerdir. Bayram günlerinde toplumun şuuru bütünleşir, fertler birbiriyle kaynaşır.
Bayramların, hem dini hayatımızda, hem de toplumsal hayatımızda çok önemli bir yeri vardır. Bayramlar dargınların barışması için bir fırsattır. Müslüman Müslüman’a üç günden fazla dargın duramaz.
Bayramlar da başta anne ve babalarımız olmak üzere büyüklerin elleri öpülür, Akraba ve komşularla bayramlaşılır, birlik ve kardeşliğimiz pekişir.
Bayramlarda çocuklar- öksüzler- yetimler ve kimsesizler sevindirilir. Hastalar ziyaret edilip şifa dilenir. Mezarlıklar ziyaret edilip onlara dua edilip- hayır ve hasenatta bulunulur.
Bayramlarda çevremizdeki insanlara güler yüzlü davranmalıyız. İncitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız. Toplumu oluşturan fertleri, birbirleriyle kaynaştırarak milli birliğimizin sağlanmasına ve toplumu rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların yok olmasına çalışmalıyız.
Hayatın sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hale gelen gönül dünyamızı kurban bayramı canlandırsın, çalışma azmimizi artırsın. Hepinizin Kurban Bayramı mübarek olsun…Allah’ın rahmeti üzerinize olsun…

7 Aralık 2007 Cuma

Hac Mevsimi


Hac, İslam’ın beş ana temel esasından biridir. Hac, hem mal hem beden ile yapılan bir ibadettir. Hac, İslam ülkeleri arasında kültür alış verişidir. Hac, İslam dünyasının yıllık kongresidir. Hac, şartları taşıyan Müslümanlara ömründe bir defa farzdır.
Hac, dilleri- renkleri- milletleri farklı olan insanların aynı duygular etrafında tek yürek olmalarıdır.
Hac, belirli zamanlarda ihram adı verilen özel elbise ile Arafat bölgesinde vakfe yapmak (durmak), Kabe’yi Muazzama’yı tavaf (ziyaret) etmektir.
Kâbe, Hz. Âdem (a.s) tarafından yapılan yeryüzünün ilk binasıdır.
Bu durum Kur’an’ı Kerim’de şöyle beyan edilir:
“Muhakkak ki insanlar için yeryüzünde yapılan ilk bina, Mekke’deki o mübarek Beyittir. Orada apaçık deliler ve Hz. İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güven bulur. Gücü yeten her kimsenin o Beyti ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Ali İmran/ 96- 97)
Hz. Âdem tarafında inşa edilen Kâbe, daha sonra Hz. İbrahim tarafından yeniden yapılmıştır.
Yunus Emre Kâbe aşkını şöyle dile getiriyor:
“Canım Kâbe varsam sana,
Yüzüm gözüm sürsem sana”.

Hac, İslamiyet’in doğuşundan yirmi iki sene sonra farz kılınmış en son ibadettir. Sevgili peygamberimiz 632 yılında ömründe bir defa ve son defa hac yapmıştır. Bundan dolayı peygamberimizin yaptığı hacca “veda haccı” denir.

Müslüman olup hacca giden Amerikalı Malcolm X duygularını şöyle anlatıyor:

“Bu kutsal ziyarette gördüğüm manzara beni tüm eski düşmanlıkları bırakmaya, takındığım tavrı bir kenara atmaya zorladı. Etrafımda her renkten insanın sergilediği cana yakınlık karşısında söyleyecek söz bulamadım. Hayatımda hiç böyle sıcak dostluklara, samimi kardeşlik gösterilerine şahit olmamıştım. Amerika İslam’ı anlamak zorundadır. Çünkü dünyada ırk ve sınıf ayırımını kabul etmeyen tek din İslamiyet’tir.”

Kutsal topraklarının bulunduğu Mekke- Medine 1517–1917 tarihleri arasında Türklerin yönetiminde kalmış, Osmanlı padişahları buralara çeşitli hizmetler götürmüşler, ancak kendilerine hac nasip olmamıştır. Osmanlı devleti tarafından İstanbul- Medine demiryolu yaptırılmış, haberleşmek için telgraf hattı döşenmiş, Mekke’de kale inşa edilmiş ve buralara içme suyu sağlanmıştır.

Her sene Türkiye’den hac mevsiminde hac görevini yerine getirmek için Suudi Arabistan’a yüz bin civarında hacı adayı gitmektedir. Bu sene ilk hac kafilesi 12 / Kasım / 2007 tarihinde yola çıkmış, dönüşler 23- 24 / Aralık / 2007 tarihinde başlayacaktır.
Hacca giden hacı adaylarımıza hayırlı yolculuklar diler, sağlık ve afiyet içinde yurda dönmelerini temenni ederim. Allah haclarını mübarek etsin, gitmek isteyipte gidemeyenlere de imkânlar nasip eylesin. AMİN…

1 Aralık 2007 Cumartesi

Amerika

Uzak Doğu Asya ülkeleri ile ticaret yapan Avrupalılar, yıllarca güzergâh olarak Türk topraklarını kullanmışlardır. Bu yolda Türkleri kendilerine sürekli engel görerek onlarla savaşmışlar, ama girdikleri her savaşta yenilgiye uğramışlardır.Türk topraklarını kullanmadan Uzakdoğu ülkelerine gitmek isteyen batılılar, değişik ticaret yolları aramışlar ve keşiflerin önünü açmışlardır. İstanbul’un fethi de keşifleri hazırlayan sebepler arasında gösterilmiştir.
Doğuya batıdan gitmeye çalışan ünlü Cenovalı gezgin Kristof Klomb, 1492 yılında uzun ve meşakkatli bir okyanus yolculuğundan sonra Bahama adalarına varmış, buranın Asya’nın doğusunda bir yer olduğunu zannetmiştir. Daha sonra 1499 da İtalyalı tüccar ve haritacı Amerigo Vespucci, bu yerin yeni bir kıta olduğunu keşfetmiştir. Bundan dolayı buraya onun adı verilmiştir.

Amerika’nın keşfinden sonra İspanyollar- Portekizler- Fransızlar- İngilizler bu yeni kıtaya gelerek yerleşmişlerdir.
Zamanımızda Amerika denildiği zaman akla, Amerika Birleşik Devletleri gelir. Kısaca ABD veya USA diye isimlendirilen Amerika Birleşik devletleri, 1776 da kurulmuştur. 50 eyaletten meydana gelen ve federal bir devlet olan Amerika’nın başkenti Washington olup, nüfusu 300 milyondan fazladır. Yüz ölçümü, 9.629.092 metrekaredir. Asya ve Avrupa ülkelerine göre yeni bir ülke olan ABD, Madenler, mineraller kömür ocakları ve petrol kuyuları bakımından zengindir. Geniş ormanları ve akarsuları ile dünyanın en başta gelen ülkelerindendir. Filmleri- ileri teknolojisi- ekonomik ve askeri gücü ile dünyanın süper gücüdür. Kendi çıkarlarına göre (Kuzey Amerika Ülkeleri- G8 Ülkeleri- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Ülkeleri – Kuzey Atlantik Paktı (NATO)- Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) gibi) birçok kuruluş ve örgütün başında yer alan Amerika, çağımızda dünyanın rakipsiz gücüdür.Asrımızda baktığımız zaman nerede bir savaş varsa orada Amerika vardır. Nerede bir huzursuzluk varsa orada Amerika’nın parmağı vardır. Nerede bir karışıklık varsa orada Amerika’nın oyunu vardır. Anadolu da bir hikâye anlatılır: Yolculuk yapan bir misafir. Anadolu’da bir haneye akşam misafir olur. Yenilip içildikten sonra yatma saati gelir. Hane sahibinin evi iki odalıdır. Bir odasında ailesi ile kendisi yatar, diğer odada da çocukları yatarlar. Misafirin yatağı da zorunlu olarak çocukların odasına yapılır. Gece misafirin tuvaleti gelir. Tuvalette dışarıdadır. Misafir dışarı çıkmak için dış kapıyı açar. Bakar ki kapının önünde kara bir köpek yatmaktadır. Adımını atmak ister. Köpek:” hıııırr” der. Köpeğe bir şeyler söyleyerek tekrar adım atmak ister. Köpek ayağa kalkarak iyice dikleşmeye başlar. Biraz bekler. Köpeğe tekrar: “canım -cicim” diyerek yalvarır. Köpek kesinlikle misafiri dışarıya bırakmaz. Misafir ümitsiz bir şekilde yatağına döner. Ve Kıvranmaya başlar. En sonunda dayanamaz yatağa halleder. Sabah olunca çocuklarla birlikte yatağı katlar ve hole koyar. Evin hanımı yatakları yerine koyarken yataklardan pis bir koku geldiğini hisseder. Yatakları açar bakar ki, yatakta büyük abdest pisliği. Kocasına seslenir ve der ki: “Baksana! Bu ne? Bu çocuklar bu kadar büyük şeyi nasıl yaparlar?” Karı koca düşünürler, bir anlam veremezler. Konuşmaları duyan misafir dayanamaz ve der ki: “Kapıda o kara köpek olduğu müddetçe, bu çocuklar daha çok büyük şeyler yapar. Filistin ‘de ateş kes sağlanamıyorsa, orada bir kara K…… vardır. Afganistan’da sular durulmuyorsa, orada bir kara K……vardır.

Pakistan’da işler karışıyorsa, orada bir kara K……vardır.

Irak mezhep çatışmalarına gidiyorsa, orada bir kara K……vardır.

Türkiye’de terör bitmiyorsa, burada da bir kara K……vardır.

Neden bu kara K……, hep İslam ülkelerinde H……lıyor. Bu tesadüf müdür? Hayır değildir. Çünkü ABD Başkanı haçlı zihniyetinden bahsetmiştir. Yıllarca Kudüs’ü ele geçirmek için mücadele veren haçlı ordularının torunları bugün Kudüs’ü ele geçirmişlerdir.
Amerika Birleşik devletleri başkanı George Bush’un asıl gayesi büyük Ortadoğu projesidir. Ortadoğu dünyanın merkezidir. Stratejik yönden çok önemli bir bölgedir. Dünyanın en zengin petrol yatakları buradadır. Bunun içinde en büyük engel Türkiye’dir. Türkiye’ye dost gözükerek Ortadoğu ülkelerinde hâkimiyet kurmuş, sıra Suriye ve İran’a gelmiştir. Bunun için dünya kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Türkiye’deki üstlerini Lübnan’a veya Irak’a taşımak için Irak’ın oturmasını beklemektedir. Ondan sonra Türkiye’ye eyvallah etmeyecektir.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce dünyada bir denge vardı. Amerika’ya karşı Sovyetler Birliği de karşı örgüt kurmuştu. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Amerika için artık dünyada hiçbir engel kalmamıştır. İstediği ülkeye kafa tutuyor, istediği ülkeye saldırıyor.
Altını çizerek söylüyorum: Bir gün gelecek Amerikanın sonu, Sovyetler Birliğinin sonu gibi olacak. Tarih tekerrürden ibarettir. Her çıkışın bir inişi vardır. Tarihe baktığımız zaman ne büyük devletler, ne büyük imparatorluklar tarihten silinmiştir.
Bundan otuz beş yıl önce öğrencilik yıllarımda büyük gazetelerimizden birinde şöyle bir haber okumuştum: Bir gün gelecek Sovyetler Birliğinin sonu, Osmanlı Devletinin sonu gibi olacak. Evet, aynen öyle oldu.

Dünyada ezici bir çoğunluk, ABD’nin küresel liderliğine karşı amansız bir mücadele içindedir. Bu mücadele askeri ve siyasi olmayıp ekonomiktir. Amerikan doları küresel kredisini her geçen gün kaybetmektedir. Dünya piyasalarında dolar çok hızlı düşüşe geçmiştir. Ekonomisi gülcü olan bazı ülkeler dolara karşı savaş açmışlardır. İran- Rusya- Çin- Güney Kore- Suudi Arabistan gibi ülkeler, uluslararası ticarette ya kendi paralarını kullanıyorlar, ya da Euro’yu tercih ediyorlar.
Netice olarak diyorum ki : Bir gün gelecek Amerika Birleşik Devletleri olmayacak, Sadece Amerika olacak. Bu durum, savaşsız siyasi ve ekonomik yollardan kendiliğinden olacak. Yani tarih tekerrür edecek……

Mesleki ve Teknik Eğitim


Ülkemizde mesleki ve teknik eğitim Selçuklular devrinde Ahilik ocağı ile başlamış, Osmanlılar döneminde sistemleşmiştir. Sosyal bir kurum olan Ahilik usta ve çırak ilişkisine dayanan bir iş eğitimidir.
Cumhuriyet döneminde ise mesleki ve teknik eğitim, 1938 yılında çıkarılan bir kanunla meslek kursları şeklinde başlamış; 1977 yılında çıraklık- kalfa ve ustalık kanunuyla yeniden düzenlenmiş; 1986 yılında çıraklık ve mesleki eğitim kanunuyla eksiklikler giderilerek son şeklini almıştır.
Bilim ve teknolojinin çok hızlı gelişmesi, sanayi ve iş dünyasındaki yenilikler, ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir.
Nitelikli üretimin, ancak nitelikli elemanlarla mümkün olacağı muhakkaktır. Ülkemizde, mal ve hizmet üretiminde nitelikli ara elemana ihtiyaç vardır. İş dünyasındaki bu ara eleman sıkıntısı, dış pazarlardaki rekabet gücümüzü zayıflatmaktadır.
Türkiye’nin gelişmesi, sanayinin gelişmesine; sanayinin gelişmesi ise mesleki ve teknik eğitimin gelişmesine bağlıdır.
Ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin, eğitim sistemimizdeki payı % 30 civarındadır. AB ülkelerinde ise bu oran % 70 civarındadır. Avrupa ülkelerinde eğitim arz talep dengesine göre planlanmıştır. Eğitim programları piyasa ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmiştir.
Gelişmiş ülkelerin mesleki ve teknik eğitimde ileri ülkeler olması veya mesleki ve teknik eğitimde ileri ülkelerin sanayileşmiş ülkeler olması, tesadüf değildir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile uygulanan eğitim politikaları arasında doğrudan ilişki vardır.
Mesleki eğitimde görev yaparken Almanya’dan misafir öğretmenler ve öğrenciler geldiler. Onlara İstanbul’un tarihi ve turistik yerlerini gezdirdik. Akşam da bir restauranta yemeğe götürdük.
Servis yapan garsona Alman öğretmen sordu: “Sen hangi okulu bitirdin.”
Garson: “Meslek Lisesi Elektrik bölümü mezunuyum.”
Alman öğretmen: “Türkiye çok zengin bir ülke. Elektrikçi olarak yetiştiriyor. Garson olarak çalıştırıyor.”
Alman öğretmen biliyor ki, mesleki ve teknik eğitim çok pahalı bir eğitimdir.
Bulgaristan’dan son göç eden vatandaşlarımızdan biri ile konuştuğumda şöyle dedi: “Türkiye de çalışmak isteyen insanlar için çok iş var. Ben fayansçılık meslek lisesi mezunuyum. Türkiye de bu işi, eğitim almamış renk ve dekor uyumunu bilmeyen insanlar yapmaktadır. Ben eğitim almış biri olduğum için firmalar benim peşim de koşmaktadır.”
Ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin yapısı incelendiğinde oturmuş bir sistemin olmadığı, sürekli sistem arayışına gidildiği görülmektedir. Eğitim kurumları, dünya pazarlarında rekabet edebilecek ara eleman gücünü yetiştirebilecek nitelikte değildir.
Meslek lisesi öğrencilerinin üniversiteye girişlerinde karşılaştıkları haksız katsayı engeli, mesleki ve teknik eğitimi olumsuz yönde etkilemiş; öğrencileri ve velileri mesleki ve teknik eğitimden uzaklaştırmıştır. Bu durum meslek liselerinde öğrenci akışının azalmasına neden olmuş ve nitelikli ara elemen gücü azalmıştır.

Netice olarak diyorum ki: Bu yanlış ve haksız katsayı uygulamasına derhal son verilmeli; meslek liselerine fen ve matematik temeli olan öğrenciler alınmalı; eğitim sistemi iş piyasasının ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmeli; bilgi ve teknoloji üretilerek iş dünyasına sunulmalıdır.
Bir eğitimci olarak öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler gününü kutlar, meslek hayatlarında üstün başarılar dilerim.

3 Kasım 2007 Cumartesi

Hacıaliler Köyü

Tarihi kaynaklara bakıldığında bölgede, Hititlerin- Frigyalıların- Lidyalıların- Perslerin- Biritanya Krallığının- Bizanslıların ve Anadolu Selçuklu Beyliklerinin yaşadığı görülmektedir.

TARİHÇESİ:

Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin kumandanlarından Samsa Çavuş ve Harmankaya Tekfuru iken Osman Gazi’nin safına geçen Köse Mihail komutasındaki birlikler, 1290 yılından sonra bölgeyi Rumların elinden almışlar, köyün de içinde bulunduğu çevre Osmanlı Oğullarının eline geçmiştir. Horasan Erenleri adı verilen gönül ehlinin, bölge halkının maneviyatında önemli yeri vardır. Bu Erenlerin türbeleri ulu bir çınar gibi zamanımıza kadar gelmiş, halkın huzur kaynağı olmuştur. Kükürt Köyü Erenleri- Gökçeözü Köyü Erenleri ve Akçapınar Köyü Erenleri bunlardandır. Köyün Arpalıklar mevkiinde çıkan kilise kalıntılarına ve tarihi kalıntılara bakıldığında, buralarda Rumların yaşadığı anlaşılmaktadır. Eski köy adı verilen mevkide oturan birkaç ailenin, eşkıya ve çetelerden kaçarak bugünkü köyün bulunduğu ormanlık alana yerleştikleri anlatılmaktadır.
Buraya yerleşenlerden sadece Hüseyin Efendinin ismi bilinmektedir. Hüseyin Efendinin dört oğlu olduğu, bunlardan büyük oğlun Mustafa- ikinci oğlun Abdullah- üçüncü oğlun isminin bilinmediği- dördüncü oğlun ise Halil olduğu rivayet edilmektedir. Mustafa’dan Haşimler sülalesinin- Abdullah’tan Abdekalar sülalesinin- Halil’den İsmaller sülalesinin geldiği; diğer hanelerin de başka mevkilerden veya dışarıdan geldiği, bilinmeyen üçüncü oğlun ise askerlik dönüşü Eskişehir ili Mihailgazi ilçesinin Karaoğlan köyüne yerleştiği söylenmektedir.
Hüseyin Efendi oğlu Halil ile birlikte hacca gitmiş, geri dönmeyerek oralarda vefat etmiştir. Adet olduğu gibi Hüseyin Efendi ve oğlu Halil’e Hacı unvanı verilmiştir.Köyün ismi Hacı Halil’den gelmektedir. Hacı Haliler köyü ismi daha sonra Hacıaliler şeklinde söylenmiş, resmi kayıtlara da HACIALİLER KÖYÜ olarak geçmiştir.
DOĞA YAPISI-İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:
Köy, Osmanlı Devletinin kuruluş merkezi Söğüt’ün doğusunda yer almakta olup, Taraklı ilçesine 13 km.- Sakarya iline 83 km. mesafededir. Engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak, kışları soğuktur. Sarıçam-karaçam ve meşe ağaçları ile kaplıdır.
HALKI VE NÜFUSU:
Köy, yirmi hane civarında olup, nüfusu dışarıda olanlarla birlikte yüz kişiyi geçmektedir. Halkı, manavlardandır. Manavlar: Anadolu Türküdür. Göçerliliği bırakıp, ziraat yapmaya başladıkları için kendilerine bu isim verilmiştir. İnsanları mülayim, uyumlu ve sakin insanlardır.
EKONOMİ VE GELİRİ:Gelir, tarım ve hayvancılığa dayanır. Son senelerde meyvecilikte; özellikle kiraz ve vişne yetiştirilmesinde hızlı bir gelişme göstermiştir. Sebzecilik ihtiyacı karşılayacak kadar yapılır. (İÇP - 2007)

KAYNAKLAR:İnternet kaynaklarından; Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihinden; Aşıkpaşazade Tarihinden; Köyün Büyüklerinin Bilgilerinden faydalanarak hazırlanmıştır.

Şehitlik ve Milli Birlik


Ülkemiz Coğrafi yapısı, jeo-politik durumu, üstlendiği misyon nedeniyle tarih boyunca hem bölgesel hem de evrensel hain tertiplere ve saldırılara hedef olmuştur.
Asırlarca birlikte yaşadığımız, birlikte uğrunda can verdiğimiz aziz vatanımızı hiçbir zaman hainlerin kirli emellerine teslim etmedik. Bundan sonra da teslim etmeyeceğimizi, hiçbir saldırıya boyun eğmeyeceğimizi bütün dünyaya haykırıyoruz. Türk milleti vatanını korumak için Çanakkale’de Sakarya’da Dumlupınar’da nasıl mücadele ettiyse; bu uğurda canını seve seve verdiyse, bugün de aynı kararlılıkla ölmeye hazırdır. Türk milleti vatanı için sayısız şehit vermiştir. Şehitlik Allah yolunda- din uğrunda- kutsal değerler uğrunda ölmeye denir.Şehit, Allah’ın adının yücelmesi ülküsüne hizmet etmek amacıyla savaşan, bu uğurda ölmeyi göze alan kimsedir.Şehitlik Türk ulusu için en yüce makamdır. Şehitlik Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’an’ı Kerim de otuz beş yerde şehitlikten bahsedilmektedir. Kutsal kitabımız Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler. Siz onları göremezsiniz.”(Bakara/154) ,Sevgili peygamberimiz şehitlik makamını şu güzel sözleri ile yüceltiyor: “Cennete giren hiçbir kimse tekrar dünyaya dönmek istemez. Ancak şehit gördüğü hürmetten dolayı dünyaya dönmeyi, on kere şehit olmayı arzu eder.”(Buhari/cihat/21)Güzel yurdumuz şehit kanlarıyla yoğrulmuştur. Sadece Çanakkale savaşında iki yüz elli bin civarında şehit verilmiştir. Çanakkale savaşlarının olduğu yerler gezilip görülürse akan kanlardan toprağın renginin değiştiği görülür. Toprak kahverengini almıştır. Türk ulusu vatanı için okadar şehit vermiştir ki, bayrağımızın tarihçesini akan bu kanlara dayandıranlar vardır: Rivayet edilir ki, şehitlerimizin toprağa akan kanları yağan yağmur suları ile beraber çukurlarda birikmiş, akşamüstü havanın açması ile gökyüzünde ki ay ile yıldız suya yansımış, bu da bayrağımıza sembolü olmuştur. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızda şöyle sesleniyor: “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı, Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı, Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı, Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”Millet aynı ideali paylaşan insanların oluşturduğu bir topluluktur. Milleti millet yapan birlik ve beraberliğimizdir. Başarılarımızda da milli ve manevi ittifakımız vardır.Mili birlik ve beraberliğimiz Türk milletinin bölünmez bütünlüğünün teminatıdır. Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Milli birlik ve beraberliğimizi bozarak devletimizi yıkmak isteyenler kötü emellerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Türkiye’nin gücünü tanımak istemeyenlere o gücü göstermek zorundayız. Bunun içinde tek vücut olup çok çalışmalıyız. Uygar düşünceleri çağdaş ilkeleri geliştirmek zorundayız. Düşünce ile hareketi birleştirmeliyiz. Milli şuur kazanmalıyız. Bizlere bu cennet vatanı armağan eden ecdadımıza minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Aziz şehitlerimizi rahmetle anıyor'um.

Şifa Arayan Şifa Bulur

İslam dini insan hayatının korunmasına, hastalandığı zaman tedavi görmesine son derece önem vermiş, sağlık bütün ibadetlerin temel şartı kabul edilmiştir.
Peygamberimiz buyuruyor:“İnsanlar iki şeyin kıymetini bilmezler: Sağlık ve boş zaman.” (Buhari/Rikak/1) İslam’ın haram kıldığı şeyler yenilip içilirse, İslam’ın yasakladığı bölgelere girilirse, insanın sağlığı bozulur. Oysa sağlığı korumak insanın asli görevidir. İnsan hastalandığı zaman çaresini aramalı, mutlaka tedavi görmelidir.Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Derdi veren Allah çaresini de vermiştir.” (Ebu Davut/Tıp/11) Bazı hastalıklar vardır ki insanın iç dünyası ile ilgilidir. Ruhsaldır, psikolojiktir. Bu hastalıklar için dini telkin tedavi yöntemlerinin başında gelir. Amerikalı bir psikolog ben hiçbir dine inanmazdım. Mesleğim gereği hastalarımı dinler, onlardan elde ettiğim ipuçlarına göre onları çeşitli alanlara yönlendirirdim. Benim dine yönlendirdiğim hastalarımda büyük bir oranda iyileşme oldu. Bu durum beni dine yöneltti, beni dindar yaptı.
Nazar- korku ve ruhsal hastalıklar için Kuran’dan ayetler- sureler ve dualar okunması, hatta bunların üzerinde taşınması tavsiye edilmiştir. Ancak yapılan işler İslam’a muhalif olmamalıdır. Kur’ân’ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “Kur’an insanlar için bir şifadır.”(İsra/82) Kur’ân’ı Kerim şeytani telkinlere ve endişelere karşı bir şifadır. İnsanı sakinleştirir, huzura kavuşturur. İçimize koruma ve güvenlik bilinci yerleştirir. Kalbimizin yorgunluğunu giderir, gönül dünyamızı şenlendirir.
“Kalpler, Allah’a zikretmekle mutluluğa ulaşır.”(Rad/28)Bu yazın Hacımurat mahallesinde yaşanan bir olayı sizlere anlatmak istiyorum. Çocuklar İstanbul’dan gelen arkadaşlarıyla beraber oyun oynarken birbirlerine kum- toprak atmaya başlarlar. İçlerinden birisi avucuna aldığı birkaç böceği arkadaşının ensesinden sırtına atar. Çocuk tiksinerek bütün avazıyla bağırmaya başlar. Annesi, akrabaları ve komşu kadınlar toplanırlar çocuğu bir türlü sakinleştiremezler.
İçlerinden biri: “Bunu bir hocaya götürün, yüreği kalkmış, okutun bunu. Hacalla‘da bir hoca var, bunu oraya götürün.” Bir arabaya binerler ve Hacıaliler köyüne giderler. Hoca Abdullah Arıcıoğlu olayı dinler, kadınları yan tarafa alır. Çocuk, köşede üst üste konmuş birkaç minderin üzerinde, sakallı- sakin- mütevazı yaşlı bir kişiyi görünce, dikkatlice inceler ve sakinleşir.Hoca çocuktan olayı tekrar anlatmasını ister. Çocuk heyecanla olayı bir kez daha anlatır.Hoca çocuğa der ki: “Üzerindeki gömleği çıkaralım beraber bakalım. Böcek var mı”? Beraber bakarlar ki böcek yok. Atleti çıkarırlar onda da böcek yok. Ayna ile çocuğun sırtına bakarlar. Sırtında da böcek yok. Kolan yağı ile çocuğun sırtını silerler. Çocuk elbiselerini giyer.
Hoca çocuğa birde ben seni okuyayım der. Hoca çocuğu okur ve ona bir de şeker verir. Çocuk sevinerek- neşe içinde- koşarak oradan ayrılır. Bu olay bana, İbni Sina’nın uyguladığı bir tedavi yöntemini hatırlattı.
İbni Sina zamanında ruhsal hastalığa yakalanan biri başında bir ağırlık olduğunu söyler. Bunu da şekillendirir. Başımda küp var der. Zamanın hekimlerine, hocalarına götürürler. Bir netice alamazlar. İbni Sinan’ın şöhretini duyarlar. Hasta yakınlarından biri İbni Sina ile ön görüşmeye gider. Durumu anlatır. İbni Sina hasta yakınını dinledikten sonra, hastayı getirmesini söyler. Hasta yakını hastayı almaya gidince, İbni Sina yardımcısına, kendisine bir küp- üç dört metre uzunluğunda bir ip ile siyah bir perde- bir de çekiç alıp getirmesini söyler. İbni Sina muayene odasını siyah perde ile ikiye böler, yardımcısını perdenin arkasına yerleştirir, sessiz olmasını söyler. Kendisi de hastayı beklemeye başlar. Hasta yakını hasta ile beraber içeriye girince: İbni Sina Sert ve yüksek bir sesle bağırır: “ Hasta bu mu? Bunun başında küp ne arıyor?”
Hasta: “Ben diyorum ki, benim başımda küp bir var, bunlar beni anlamıyorlar.” İbni Sina: “Hastaya küp senin başına öyle yerleşmiş ki, onu kırmamız lazım. Sen şu sandalyeye otur, biraz sabır göster.” der. Çekici eline alır, yardımcısının perdenin üzerinden hastanın başının üzerine doğru uzattığı küpe vurur. Hasta küpe her vuruşta, içindeki küp sıkıntılarını atmaya başlar. Her vuruşta deşarj olur.İbni Sina, hastanın kafasına yerleşen küp sıkıntılarının boşaldığını fark edince, hastaya yüksek sesle: “Dikkat et küp çatladı, kırılacak” der. Küpe kuvvetlice vurur ve küp kırılır. Hasta; “Oh be kurtuldum şu illetten. Ne zamandan beri şu küpü başımda taşıyordum” der ve içine düştüğü ruhsal sıkıntıdan kurtulur. Ruhsal hastalıkların tedavisinde ikna-telkin ve güven büyük önem taşır. Hatta tedavinin temelini teşkil eder.Konumuza son verirken sağlıklı- mutlu- huzurlu günler temenni ederim.

Ramazan Bayramı

Bayramlar, yüce duyguların coştuğu, sevgi ve saygı hislerinin kuvvetlendiği günlerdir.
Bayramlar, sevinçlerin ve üzüntülerin paylaşıldığı günlerdir.
“Müslümanlar o kimselerdir ki, hem sevinç hem keder- hem darlık hem varlık zamanlarında insanların ihtiyaçlarını giderirler. Kızdıkları zaman öfkelerine sahip olurlar, insanların da kusurlarını affederler. Allah da iyilik yapan kullarını sever.” (Ali İmran/134)
Bayramlar, Allah’ın bize verdiği ilahi ziyafetlerdir. Bayramlara hazırlanmak, temiz ve yeni elbiseler giymek, güzel kokular sürünmek, güler yüzlü olmak sünnettir.
Bayramlar da eş dost ve akrabalar ziyaret edilir. Onlarla bayramlaşılır. Uzakta olan akrabalarla telefonlaşarak bayramları tebrik edilir. Fakirler-kimsesizler-çocuklar sevindirilir. Hastalar ve mezarlıklar ziyaret edilir.
Bayram vesilesi ile dargınlıklar, kırgınlıklar unutulur. Bayramlaşmaya gelenlere ikramlarda bulunulur, tatlı yenir tatlı konuşulur.
Bayramlar, neşe- sevinç ve eğlence günleri olduğu için meşru eğlence ve oyunlar düzenlenir.
Peygamberimiz bir bayram gününde eşi Hz. Ayşe ile birlikte kılıç kalkan oyunlarını izlemiş, kız çocuklarının tef çalarak eğlenmelerine müsaade etmiştir.
Bayramlar yardımlaşma-dayanışma ve kaynaşma günleridir.
Peygamberimiz buyuruyor: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Müslüman Müslüman’a zulmetmez. Onu haksızlık edenin eline bırakmaz. Bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Bir Müslüman bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da ona karşılık kıyamet gününde onun ihtiyacını giderir. Bir kimse din kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter” (Riyazüssalihin/1/284) Hayatın sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hale gelen insanlar bayramda dinç hale gelir. Akrabalık ve komşuluk ilişkileri güçlenir. Birlik ve beraberlik kuvvetlenir.Bayramınız kutlu- gönlünüz mutlu- geleceğiniz umutlu olsun.

Kadir Gecesi

8 Ekim 2007 Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece Kadir gecesidir. Başka bir ifade ile Ramazan’ın yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan gece Kadir gecesidir.
Kur’ân’ı Kerim de adı geçen tek ay Ramazan ayı, tek gecede Kadir gecesidir. Kadir gecesine ait özel bir sure indirilmiştir. Bu surede şöyle beyan ediliyor:
“Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi: Bin aydan daha hayırlıdır. O gecede, Rab’lerinin izniyle melekler ve Cebrail, her türlü iş için inerde iner. O gece, tan yeri ağarıncaya kadar tam bir esenliktir.” Bu gecede Müslümanlara bir fırsat verilmiştir. Bir gecede bin aydan daha fazla sevap kazanma imkânı sağlanmıştır. Bu gecede sadece Cebrail değil, sayılarını ancak Allah’ın bildiği melekler topluluğu yeryüzünü şenlendirir. Dünya onlara dar gelir. Bu gece takdir gecesidir. Bir yıl içinde olacak olan hadiselerin programı meleklere bildirilir. İnsanlığı kurtuluşa çağıran, karanlık yolları aydınlatan Kur’ân’ı Kerim, bu gecede indirilmiş; daha sonra ayet ayet ve sureler halinde vahiy yoluyla peygamberimize sunulmuştur. Yirmi üç seneye yaklaşan bir zamanda indirilen Kur’ân’ı Kerim, sayıları kırk civarındaki vahiy kâtipleri tarafından hem ezberleniyor hem de yazılıyordu. Peygamberimiz, Kur’ân’ın ayetleri ile kendi sözlerinin karışmaması için kendi sözlerinin yazılmasına izin vermiyordu. Her sene Ramazan ayında Cebrail peygamberimize gelerek indirilen ayetleri okuyor, peygamberimiz dinliyor; peygamberimiz okuyor Cebrail dinliyordu. Buna karşılıklı okuma ve dinleme anlamına gelen mukabele denilmiştir. Bu güzel âdet Ramazan ayında zamanımızda da devam etmektedir. Peygamberin vefatından sonra halife seçilen Hz. Ebubekir döneminde Kur’ân’ı Kerim kitap haline getirilmiş, halife Hz. Osman zamanında çoğaltılarak değişik İslam beldelerine gönderilmiştir. O Kur’ân’ı Kerimlerden biri, Hz. Osman’ın okurken şehit edildiği ve kanlarının üzerine aktığı kitap İstanbul Topkapı sarayındadır. Bugün Müslümanların elindeki Kuranlar bu çoğaltılan kitaplardan istifade edilerek yazılmıştır. Kur’ân’ı Kerim hiçbir harfi değişmeden zamanımıza kadar gelmiştir. Çünkü Allah tarafından teminat altına alınmış ve sigortalanmıştır. Kur’ân’ı Kerimde buyruluyor:“Kur’ân’ı biz indirdik, Onu elbette biz koruyacağız.” (Hicr/9) Bu gecede günahlarımıza pişman olarak tövbe edelim. İnsanlığın huzuru, sevgi ve kardeşliğin sağlanması için Allah’a dua edelim.Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Kim Kadir gecesinde inanarak, o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”(Tecridi sarih-6/313) Bizde peygamberimizin tavsiye ettiği şu duayı yapalım.“Allah’ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de affet.”
Kadir gecesinin insanlığı aydınlığa götürmesini, dünyaya barış ve huzur getirmesini temenni ederim.

Yağmur ve Yağmur Taşı

Bilim ve son din İslam evrenin başlangıcının sis bulutundan meydana geldiğini belirtmektedir. Değişim ve gelişim sonucu yeni oluşumlar meydana gelmiştir.
Evrendeki bu değişim ve oluşum hala devam etmektedir. Ozon tabakasının delinmesi ve küresel ısınma bu değişim ve gelişimin sonucudur. Asırlar önce insanlar, Orta Asya da ki değişim sonucu başlayan kuraklık nedeniyle buradan göç etmişler ve değişik bölgelere yerleşmişlerdir. Çağımızda küresel ısınma ile başlayan kuraklık sonucu insanlar, başka gezegenlerde kendilerine yeni yerleşim yerleri arayacaklardır. Evrende bir takım kanunlar vardır. Güneşin doğması batması, gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, mevsimlerin oluşması bu kanunların sonucudur. Hayatın devamını bir takım tabiat kanunlarına bağlayan, kâinatta bir nizam- bir sistem kuran yüce kudret, yağmurun yağmasını özel takdirine bırakmıştır. “Rüzgârları yağmurdan önce hazırlayıcı olarak gönderen odur. Sununda o rüzgârlar ağır yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete sevk ederiz. Oraya su indirir ve onunla her türlü mahsulü yetiştiririz.” (Araf/57) Yağmur yağdırma yetkisi Allah’ın özel takdirinde ve yetkisinde olduğu için şerefli peygamberimiz, yağmur yağmadığı zaman ona dua ederek yağmur istemiştir. Çünkü kutsal kitap Kur’an-ı Kerim’de dua edenin duasına cevap verileceği beyan ediliyor. Ancak duanın kabul olunması için günahlardan temizlenmek lazım. Duada samimi olmak, iyi konsantre olup dileğimizi yüce yaratıcıya iyi arz etmemiz lazım. İnsanlar çaresiz kaldıkları zaman batıl yollara başvurmuşlar. Dileklerini türbelere arz etmişler, veli ve ulu kişilerden medet ummuşlar, hatta taştan- topraktan- ağaçtan çare umar hale gelmişlerdir. Adapazarı’nın sınır köyü olan Hacıaliler köyünde tarihçesi bilinmeyen Rumlardan kaldığı tahmin edilen- mermerden- kere şeklinde- iki metre uzunluğunda adına: “ yağmur taşı” denilen bir taş vardır. Yöre halkı yağmur yağmadığı zaman bir araya gelerek hep beraber bu taşı kaldırırlar, yağmur yağacağına inanırlar. “Hatta filan köyün halkı taşın kaldırılmasında bulunmazsa, yine yağmur yağmaz denilir.” Bu düşünce sınır ihlali yüzünden köyler arasında sık sık kırgınlık ve dargınlıkların yaşandığı bir zamanda olumlu bir davranış olsa gerek. Yağmur yağmadığı zaman halk arasında denir ki:“ Tabi yağmur yağmaz. Çünkü bu sene yağmur taşını kaldırmadılar.” Bu sene Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerimizde yağmurun fazla yağmasından dolayı hasat yapılamazken, batı bölgelerimizde kuraklıktan dolayı verimli hasat elde edilememiştir. Bu durum, hangi yöreye- hangi bölgeye- ne zaman- ne kadar yağmur yağması gerektiği yüce kudretin takdirine bağlı olduğunu göstermektedir. Eğer bir yöreye yağmur yağmıyorsa bundan dolayı yeraltı su kaynakları kuruyorsa insanlar biraz da kendini sorgulamalı, kusuru kendilerinde aramalıdır.Bakınız Allah ne buyuruyor: “Söyleyin bakayım? Yağan yağmurlar kesilecek, yeraltı sularınız çekilecek olsa, size kim bir su kaynağı sağlayabilir? (Mülk/30) Durumu takdirlerinize sunuyorum.

Ramazan Ayı


Başı rahmet, Ortası mağfiret, Sonu cehennemden azat olarak vasıflandırılan, Mübarek Ramazan ayına kavuşmak üzereyiz. Yine minarelerde kandiller yanacak, camiler müminlerle dolup taşacak, teravih namazları kılınacak, mukabeleler okunacak, sahurlara kalkılacak, iftar ziyafetleri verilecek, evlerimize-camilerimize bereket gelecek, şefkat ve merhamet duygularımız tazelenecek, fakirler, miskinler, kimsesizler sevinecek. Kısaca dünyamız şenlenecektir.
Ramazanı karşılarken diyoruz ki: Merhaba Ey Şehr-i Ramazan Merhaba. Merhaba Ey Şehr-i Sultan Merhaba. Merhaba Ey Şehr-i Rahman Merhaba.
Merhaba Ey Şehri Gufran Merhaba. Hz. Ömer Ramazanı şöyle karşılardı.“Gündüz orucu, gece namazı ile hayırlı olan Şehr-i Ramazan Merhaba.” (1)
Ramazan ayı geldiğinde, kalplerdeki kötü duygular silinmeli, yerini kardeşlik, dostluk duyguları almalı, fakirler, yoksullar sevindirilmeli, tatlı dilli, güler yüzlü olunmalıdır.
Ramazan ayı gelince, cehennem kapıları kapanır, cennet kapıları açılır. Azgın şeytanlar zincire vurulur. Allah rahmetiyle müminlere bol, bol ikramda bulunur. İhsanda bulunur.
Müslümanlar, Ramazan ayının kıymetini bilmeli, bu ayı ibadetle geçirmeli, Allah’ın Rizasını, Peygamber’in Şefeatını kazanmaya çalışmalıdır.
Ramazan ayı öyle bir aydır ki, Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim, bu ayda indirilmeye başlanmıştır.
Bu durum Bakara suresinde, şöyle beyan ediliyor:
“Ramazan ayı öyle bir aydır ki, Kuran-ı Kerim bu ayda indirilmiştir. (O Kuran ki), insanlara hidayettir. Doğru yolun, hak ile batılı ayırt eden hükümlerrin nice açık delilleri vardır onda. Öyleyse içinizden kim o aya erişirse, orucunu tutsun. Kim de hasta olur, yahut sefer üzerinde bulunursa, ozaman başka günlerde oruç tutmadığı günler sayısınca orucunu kaza etsin. Allah size kolaylık diler, Size güçlük istemez.” (2)
Ramazan ayı öyle bir aydır ki, içinde Kadir gecesi vardır. O Kadir gecesi ki, bin aydan daha hayırlıdır.
Bu gece, Kadir suresinde şöyle anlatılıyor: “Gerçekten biz onu, Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu bilirmisin sen? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. O gecede melekler ve ruh, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece,tanyeri ağarıncaya kadar bir selamettir.” (3)
Peygamberimiz(s.a.v.) Efendimiz, Ramazan ayını ibadetle geçiren müslümanlara, şu mücdeyi veriyor:
“Faziletine inanarak, mükafatını umarak, Allah Rizası için Ramazan gecelerini ibadetle geçiren kimsenin geçmiş küçük günahları bağışlanır.” (4)
Müslümanlar, Ramazan ayında oruç tutarak nefis mücadelesi verirler.
Teravih namazı kılarlarak, mukabele okuyarak ibadetlerini artırırlar.
Zekatlarını, fitrelerini verek mali ibadetlerini yerine getirirler.
Ramazan ayı, müslümanları kaynaştıran, ruhları coşturan, müminleri Allah’a yaklaştıran, Rasulullah’ın yolunda koşturan mübarek bir aydır.
Ramazan ayına ruhen ve bedenen hazırlanalım. Tatlı dilli, güler yüzlü olalım. Yaratılmışları, yaratandan ötürü sevelim. Sevelim, sevilelim kardeş olalım. Günahlardan, haramlardan uzak duralım. Kendimiz için, ailemiz için, bütün müslümanlar için dua edelim.
Yarabbi, bize dünyada ve ahirette iyilik ve güzellik ver, bizi-anamızı-babamızı ve bütün müslümanları bağışla, muhakkak ki sen duamızı işitir ve bizi görürsün. Amin.

(1) Günyetüt-talibin Abdülkadir Geylani, Sayfa:317(2) Bakara Suresi, Ayet:185(3) Kadir Suresi, Ayet: 1-5(4) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt2, Sayfa:463

Berat Kandili



27.Ağustos.2007,Şaban ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gece Berat Kandilidir.

Berat kandili, yüce Allah’a sığınarak günahlardan arınma ve kurtuluş gecesidir.
Bu gece, gönül dünyamız şenlenir, rahmet ve mağfiret kapıları sonuna kadar açılır.
Bu gece, ruhumuz manevi kirlerden arınır, nefsimizin sefil isteklerine gem vurulur.
Bu gecede, ameller Allah’a arz olunur, rızk ve bereketi kullarına bol bol verilir.
Bu gecede, amellerimizin sayımı yapılır, Peygamberimize tam şefaat yetkisi verilir.
Bir yıl içinde olacak olayların programı bu gecede yapılır. Rızıklar- eceller- doğumlar- ölümler v.s. gibi her şeyin tespiti bu gecede yapılır.

Bu gecede günahlarla kirlenen gönül dünyamızı tövbe ile temizleyelim. Yaptığımız hatalara pişman olalım. Nefislerimizi kontrol altında tutalım. Çağın getirdiği sıkıntılarla bunalan ruhlarımızı ibadetlerle mutlu kılalım. Bu geceyi ganimet gecesi bilelim ve Allah’a sığınalım.

Peygamberimiz buyuruyor:
“Bu gecede yüce Allah dünya semasına tecelli eder ve der ki: Yok, mu tövbe eden? Tövbesini kabul edeyim. Yok, mu rızk isteyen? Rızk vereyim. Yok, mu şifa isteyen? Şifasını vereyim. Yok, mu başka isteği olan? Onun istediğini vereyim. (İbni Mace/191)

Hz. Ayşe peygamberimizin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Muhakkak ki Allah Şaban ayının On beşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Beni Kelp kabilesinin koyunlarının kıllarının sayısınca insanları bağışlar.”(Taç/ 93)

Bu gece, tövbe gecesidir. Tövbe ruhu arındırmanın en güzel yoludur. İnsanlar borçlarını ödedikleri zaman kendilerine bir ödeme belgesi yazılır. Berat gecesin de günahlarına pişman olup tövbe eden Müslümanlara da berat belgesi yazılır.

Kur’an’ı Kerim de şöyle buyrulur:
“Ey! İman edenler: Allah’a öyle tövbe edin ki tam bir pişmanlıkla, samimi bir tövbe olsun. Umulur ki: Allah hatalarınızı örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetine koyar.”(Tahmin/8)

Bu mübarek berat gecesinde yaşantımızı gözden geçirelim. Hayatımıza çeki düzen verelim. Dini yönden kendimizi yenileyelim. Gidişatımıza yeni bir yön verelim. Geçmişimizin muhasebesini yaparak geleceğimizi Allah’ın rızası doğrultusunda planlayalım. Dünyaya niçin geldik nereye gideceğiz? Düşünelim. Bu geceyi ganimet gecesi bilelim. Günahlarımızdan berat edelim. Nefsimizi sorgulayıp yargılayalım. Duygularımızın erozyona uğradığı asrımızda, daralan ruhlarımızın nefes alması için bu geceyi fırsat bilelim. Dünyadaki misyonumuzu bilelim. Ona göre vizyon sahibi olalım. Bu gecede camileri doldurarak birlik ve beraberliğin en güzel örneğini verelim.

Bu gecede Allah’a şöyle dua edelim:
“Allah’ım! İslam’a ve Müslümanlara yardım eyle. Dinimizi- imanımızı- vatanımızı- milletimizi her türlü tehlikelerden koru. Bize dünyada ve ahirette iyilik ve güzelliler ihsan eyle. Bizi- anamızı- babamızı ve bütün Müslümanları bağışla. Muhakkak ki sen, duamızı işiten ve kabul edensin.”

Mübarek Berat Kandilinizi tebrik eder, dünyaya huzur ve barış getirmesini temenni ederim. ÂMİN…

10 Ekim 2007 Çarşamba

Mirac Kandili


10. Ağustos. 2007, Recep ayının 26’sını 27’sine bağlayan gece Mirac Kandili’dir. Sevgili Peygamberimizin gecenin bir anında Cebrail A.S. ile birlikte Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ ya yaptığı kutsal yolculuğa İsra; Mescid-i Aksa’dan sonsuzluk âlemine, Sidretü’l Münteha’ya yapılan kutsal yolculuğa ise Mirac denilir.

Milâdi 610 yılından öncesine baktığımız zaman, dünyada büyük bir huzursuzluk vardı. Ahlak kirlenmiş, ticaret kirlenmişti. İçkinin her türlüsü alabildiğine içiliyor, gelecek falcılıkla belirleniyor, eşkıyalık ve yol kesmenin önüne geçilemiyor, kadın insan kabul edilmiyor, yoktan yere kabile savaşları yapılıp insanlar öldürülüyordu.

Yüce Allah, insanlığı içinde bulunduğu bu buhrandan kurtarmak için son elçi Hz. Muhammed’i görevlendirmişti. O da insanlığı kurtuluşa davet ederken çeşitli eziyetlere maruz kalmış, bu arada amcası Ebu Talıp ile eşi Hz. Hatice vefat etmişti. Onun üzüntülü geçen günlerine “senetül hüzün” denilir.

İşte bu sıkıntıların ardından yüce yaratıcı sevgili dostunu huzuruna davet etmiştir.

Cebrail A.S.gecenin bir anında Rasulullah’ a gelerek onu manevi bir ameliyata tabi tutmuş, göğsünü yararak kalbini nurla doldurmuş, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan da Sidretü’l Münteha’ya götürmüştür.

Bu olay Kur’an-ı Kerim’in İsra suresinde şöyle beyan ediliyor:

“Bir gece, bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir.” (İsra–1)

Son peygamber gecenin bir anında Cebrail A.S. tarafından ses hızında olan Burak adındaki vasıta ile Mescid-i Aksa’ya, oradan da ışık hızında olan Refref adındaki vasıta ile Sidretü’l Münteha’ya götürülmüştür. Budan sonrasına Cebrail A.S. bile gidememiş, metafizik ötesinde bilinmeyen âlemde Allah’ın elçisi ilahi huzura kabul edilmiştir.

Bu hadiseyi Mevlit yazarı Süleyman Çelebi şöyle anlatıyor:

Aşikâre gördü Rabbül izzeti,
Ahirette öyle görür ümmeti.
Gel Habibim sana âşık olmuşam,
Cümle halkı sana bende kılmışam.
Ne muradın var ise idem reva,
Eyleyen bin derde bin türlü deva.
Ol zayıf ümmetlerim hali nola,
Hazretine nice anlar yol bula.
Ümmetimi sana verdim ey Habib,
Cennetimi anlara kıldım nasip.

Mirac olayı sevgili peygamberimizin büyük bir mucizesidir.

Allah’ın peygamberine özel muamelesi, lütuf ve ihsanıdır.

Onun âlemler ötesine yaptığı kutsal bir yolculuktur.

İnsanlık tarihinde meydana gelmiş en önemli olaydır.

Bu olay, peygamberimizin şahsıyla insanlığın önüne açılan sınırsız bir yükseliştir.

Ona gösterilen manzaralar ve ona yapılan muamele, onun ne büyük bir değere sahip olduğunu gösterir.

Sevgili peygamberimiz bu kutsal yolculuğunun sonunda Müslümanlara üç manevi hediye sunmuştur:

1- Beş vakit namaz.

2- Bakara suresinin son ayetleri.( Âmenarrasulü)

3- Allah’a şirk koşmayan kişilerin günahlarının bağışlanacağı.

Manevi duygularımızı canlandıran, iç dünyamıza değerlendirme imkânı veren, sorumluluğumuzu hatırlatan bu gecede gönül kapılarımızı herkese açalım. Dua ve niyazlarımızın semaya yükseldiği bu gecede Yüce Yaratıcıdan birlik ve beraberlik temenni edelim. Birbirimizin kandilini tebrik edelim.

MİRAC KANDİLİNİZİ TEBRİK EDER, İNSANLIĞIN HUZUR VE BARIŞINA VESİLE OLMASINI TEMENNİ EDERİM.

Aile Saadeti


Aile, cemiyetin en küçük parçasıdır. Aile ana, baba ve çocuklardan meydana gelen sıcak bir yuvadır. Aile ana kucağının, baba ocağının, sevgi ve saygının ifadesidir. Aile küçük bir yönetim merkezidir. Aile küçük bir devlet, küçük bir hükümettir. Toplumun en küçük parçası olan ailenin yönetimi ne kadar düzenli yönetilirse, toplum da o kadar disiplinli olur. Disiplinli olan ailede huzur olur, saadet olur, mutluluk olur.

Aile içerisindeki kişilerin birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları vardır: Ana ile babanın birbirlerine karşı görevleri, ana babanın çocuklarına karşı görevleri, çocukların ana ve babalarına karşı görevleri, çocukların birbirlerine karşı görevleri.

Kadın ile erkek şahitlerin huzurunda bir nikah mukavelesi ile hayatlarını birleştirmişlerdir.

Aile ocağının huzurlu ve saadetli olabilmesi içi karı koca, birbirlerine karşı anlayışlı hareket etmek zorundadır. Yapılan tartışma ve kavgalar aile huzurunun bozulmasına sebep olur ve çocukların üzerinde olumsuz tesirler meydana getirir.

Erkeklerin kadınlara karşı yumuşak ve güler yüzlü davranmaları gerekir.

Sevgili Peygamberimiz buyuruyor:
“Bir kimse kadınına buğuz etmesin, zira hoşlanmadığı huyları varsa, ona mukabil memnun olacağı huyları da vardır.”(1)

“Müminlerin, imanca en mükemmel olanı ahlaken en iyi olanıdır ve hayırlı olanlarınız da kadınlara karşı hayırlı olanlardır. Karı ile koca birbirlerine karşı olan sorumluluklarını hiçbir zaman unutmaması gerekir.”(2)

Peygamberimiz yine şöyle buyuruyor:
“Sizin kadınlar, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız aile yuvasını hoşlanmadığınız hiç kimseye çiğnetmemeleridir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakkı, memleket göreneğine göre her türlü giyim ve yiyimlerini temin etmenizdir.”(3)

Ana ile babanın çocuklarına karşı görevleri:
Çocuklar ilk bilgileri ana kucağında, baba ocağında öğrenirler. Çocuklar için aile yuvası, hayatın temel okuludur. Anne ile baba, çocuğun ilk öğretmenleridir. Konuşmayı, iyiyi kötüyü, ana babalarından öğrenirler.

Çocuklar, ailede gördüklerini ve duyduklarını hafızalarına kayıt ederler.

Büyük İslam düşünürü ve bilgini İmam-ı Gazali şöyle diyor:
“Çocuğun beyni bal mumuna benzer, isteyen ona istediği şekli verir.”

Kutatk-u Billiğin yazarı Yusuf Has Hacip ise söyle diyor:
“Çocukların zihni boş bir tarlaya benzer, oraya ne ekersen o biter.”

Aile yuvasında erkek çocuk babayı, kız çocuk da anneyi taklit eder. Öyle olur ki çocuklar ana ile babanın kopyası olurlar. Öyleyse aile yönetiminde ana babaya büyük görevler düşmektedir.

Yüce Allah, Resulü aracılığı ile şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır.”(4) Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“Hepiniz muhafızsınız. Mahiyetinizde bulunanların hukukundan sorumlusunuz. Amirler himayesi altındakilerin koruyucusudur, memurlarından sorumludur. Erkek ise aile fertlerinin amiridir ve onlardan sorunludur.”

Kadınlar da kocasının evininde bir koruyucudur. O da mesuldür, oda sorumludur. Kısaca, hepiniz koruyucusunuz, himayenizde bulunanların hukukundan sorumlusunuz.

Huzur ve mutluluk bulunmayan bir aile yuvasında çocuklar çok çabuk etkilenir. Hatta bu evi terk etmeye kadar gidebilir. Günümüz toplumunda bunun örneklerini çok görmekteyiz. Evi terk eden çocuklar, kötü emelli insanlar tarafından kullanılıyor alkol, uyuşturucu ve soygun bataklığına saplanıyor. Yapılan istatistiklerde ceza evlerinde bulunan tutuklu ve mahkûmların büyük bir çoğunluğunu gençler oluşturmaktadır. Bu durum, toplumda sosyal bir hastalık haline geliyor. Evi terk eden kız çocukları fuhuş bataklığına sürükleniyor, toplumun yapısı bozuluyor.

Ana ile babanın, aile ocağında huzur ve mutluluğu sağlamaları gerekir. Çocuklarına iyi örnek olmaları gerekir. Onlara dinini, kitabını, peygamberini, vatanını, milletini, bayrağını sevdirmeleri gerekir.

Bu konuda Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
“Allah kesin olarak şunları emretti:
Ancak, kendisine ibadet edin. Anaya babaya güzel muamele edin.Eğer onlar senin yanında ihtiyarlık haline düşerlerde onlara off bile deme ve onları azarlama. İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle. İkisini de acıyarak tevazu kanadını indir ve şöyle de Allah’ım onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de kendilerine merhamet et.”(5)

Peygamberimiz de şöyle buyuruyor.:
“Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan namaz ve anaya babaya yapılan iyiliktir.”(6)

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ibadetten sonra anaya babaya itaat emredilir. Ana babasının rızasını alan Allah’ın rızasını almıştır. Dinimize göre duası kabul olunan kişilerden biri de ana babasının duasını alandır.

“Cennet anaların ayakları altındadır” ifadesi dünyaca sembolleşmiştir.

Eğer evlatlar ana ve babadan uzak yerde oturuyorlarsa, Sılayı rahim farz olur. Eğer evlatlar onları ziyaret edemiyorlarsa, onların telefonla hal ve hatırları sorulmalı, gönülleri alınmalıdır. Ana babaya saygı gösteren kardeşler birbirleriyle iyi geçinmeli, büyükler küçükleri şefkat ve merhametle sevmeli; küçükler de büyüklere saygı ve hürmet göstermelidir.

Anlatılan şu kıssa konumuz için güzel bir örnektir:
Bir baba ölümünün yaklaştığını anlayınca çocuklarını etrafına çağırır. Küçük çocuğa dışarıdaki ağaçtan bir dal kırıp getirmesini söyler. Küçük çocuk bir dal kırıp getirir. Baba o dalı bükmesini emreder. Küçük çocuk büker ve dal kırılır. Tekrar der ki şimdi git 10 tane dal kırıp getir. Çocuk 10 tane dal kırıp getirir. Onların hepsini bir arada bükmesi ister. Çocuk hepsini bir arada kıramaz. Baba şöyle der:

“Eğer birbirinizle iyi geçinmeyerek koparsanız, hepiniz bu dal gibi kırılırsınız. Hepiniz bir arada iyi geçinip birbirinize bağlı olursanız kırılmazsınız.”

Aileler ne kadar huzurlu ve mutlu olursa, o ailelerden meydana gelen cemiyette o kadar huzurlu ve mutlu olur.

(1) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:318
(2) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:320
(3) Veda Hutbesi
(4) Tahrim Suresi, Ayet:6
(5) İsra Suresi, Ayet:23-24
(6) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:347

Üç Aylar ve Regaip Kandili





Üç aylar diye isimlendirdiğimiz Recep - Şaban ve Ramazan aylarından ilki olan Recep ayına 16 Temmuz 2007 tarihinden itibaren girmiş bulunuyoruz. 19 Temmuz 2007 tarihinde Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece de Regaip kandilidir.


Recep ayı mübarek aylardandır. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Doğrusu Allah gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü (Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep) haram aylardır. Bu ayların haram kılınışı (Hz. İbrahim A.S’dan gelen) doğru dinin hesabı ve hükmüdür. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin.” (Tövbe / 36)

İslamiyet’ten önce bu aylara saygı duyulmuş, bu aylar girdiği zaman düşmanlıklar bırakılmış, savaşlara son verilmiştir. Bu durum İslamiyet geldikten sonra da devam etmiş, kılıçlar kınlarına oklar torbalarına konmuştur.

Üç ayların ülkemizde ve İslam dünyasın da ayrı bir yeri ve önemi vardır.Recep ayında doğanlara RECEP, Şaban ayında doğanlara ŞABAN, Ramazan ayında doğanlara RAMAZAN ismi verilmiştir.

Bu aylar, dünyanın ağır meşguliyetleri ile bunalan ruhlarımızı dinlendirir.Bu aylarda Allah’ın rahmeti adeta coşar, müminlerin üzerine sağanak sağanak yağar. Yüce Allah bu aylarda yapılacak olan hayırların ve iyiliklerin, paylaşılan sevinç ve kederlerin mükâfatını kat ve kat verir.

Üç aylar girdiği zaman peygamberimiz şöyle dua ederdi: “Allah’ım bize Recep ve Şaban’ı mübarek kıl, bizi Ramazan’a ulaştır.”(Taç, C: 5- S: 219)

Ahlâki değerlerimizi kaybettiğimiz zaman, hırsızlık, arsızlık, haksızlık, yolsuzluk, kin ve düşmanlık duyguları artar. Bu aylarda yapacağımız iç gözlemlerimiz ile merhamet ve şefkat duyguları ortaya çıkar.

Ruhun disiplin altına girdiği üç aylar sevap yönünden çok kazançlı aylardır. Kulluk şuuru içinde yüce Allah’a yapılan her türlü ibadet mutlaka karşılığını bulacaktır.

Beş kandil gecesinden dört tanesi üç ayların içindedir.Recep ayının ilk Perşembesi’ni cumaya bağlayan gecesi Regaip kandilidir.

Recep ayının yirmi altıncı gecesini yirmi yedinci gecesine bağlayan gece Miraç kandilidir. Şaban ayının on dördüncü gecesini on beşinci gecesine bağlayan gece Berat kandilidir. Ramazan ayının yirmi altıncı gecesini yirmi yedinci gecesine bağlayan gece ise Kur’ân-ı Kerim’in indiği Kadir gecesidir.

Peygamberimiz hadisi şeriflerinde bazı gecelerin çok faziletli olduğunu beyan etmiştir.O, Buyurmuştur ki:

Beş gece vardır ki, o gecelerde yapılan dualar geri çevrilmez.

1- Recep ayının ilk Cuma gecesi.(Regaip Kandili)
2- Şaban ayının on beşinci gecesi.(Berat Kandili)
3- Cuma gecesi.(Perşembeyi cumaya bağlayan gece)
4- Ramazan bayramı gecesi.(Arife gününü bayrama bağlayan gece)
5- Kurban bayramı gecesi.(Arife gününü bayrama bağlayan gece)-(Camiussağır/C:2 S:5)

Regaip kandili üç ayların ve kandil gecelerinin habercisidir. Bu gece -rağbet edilen- hürmet edilen- bolluk- bereket ve fazilet gecedir. Bu gecede Allah’ın lütuf ve ihsanı müminlere bol bol verilir.

Bu mübarek aylarda ve gecelerde peygamberimizin tavsiye ettiği şu duayı yapalım: “Allah’ım sen affedicisin affetmeyi seversin beni de affet.”(Tirmizi/84)


Mübarek aylarda ve kandil gecelerinde, kötü duygu ve düşüncelerimizi kalplerimizden atalım. Kin ve düşmanlık gibi duygulara yer vermeyelim. Kalplerimizi güzel duygularla dolduralım. Birbirimizi sevelim. Ey Allah’ın kulları kardeş olalım.

ÜÇ AYLAR VE REGAİP KANDİLİ MÜBAREK OLSUN, GÖNLÜNÜZ HUZURLA DOLSUN.

Akçapınar Köyü


Tarihi kaynaklara bakıldığında bölgede, Hititlerin- Frigyalıların- Lidyalıların- Perslerin- Bitinya Krallığının- Bizanslıların- Anadolu Selçuklu Beyliklerinin yaşadığı görülmektedir.

TARİHÇESİ:

Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin kumandanlarından Samsa Çavuş ve (Harmankaya Tekfuru iken Osman gazinin safına geçen ) Köse Mihail komutasındaki birlikler, 1290 yılından sonra bölgeyi Rumların elinden almışlar, böylece köyün de içinde bulunduğu çevre Osmanlı Oğullarının eline geçmiştir.

Horasan Erenleri adı verilen gönül ehlinin, bölge halkının maneviyatında önemli yeri vardır. Bu Erenlerin türbeleri ulu bir çınar gibi zamanımıza kadar gelmiş, halkın huzur kaynağı olmuştur. Kükürt Köyü Erenleri- Gökçeözü Köyü Erenleri ve Akçapınar Köyü Erenleri bunlardandır.

Tarihi ipek yolunun Nallıhan- Demirhan- Curcurhan- Kervan üzerinden Taşhan ve Vezirhan yol güzergâhının Curcurhan mevkiinde, Dede adında veli bir kişiye ait türbenin bulunması; yol yapımı esnasında insan iskeleti kemiklere rastlanması; su kanalı eski olan bir çeşmenin bulunması; burada bir han olduğuna ve buranın bir yerleşim yeri olduğuna işaret etmektedir. Bu hana, çeşmeden akan suyun az olmasından dolayı Curcurhan denildiği düşünülmektedir.

Köyün ortasındaki çeşmenin başında horasandan yapılma bir su tünelinin bulunması, köy mezarlığında bulunan ağaçların yaşları, köyün tarihinin eskiye dayandığını göstermektedir.

Osmanlılarla birlikte bölgeye gelen halkın, su kaynaklarının bulunduğu yerlere yerleştikleri, tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları anlaşılmaktadır.

Dağınık halde yaşayan bu insanların, daha sonra bulundukları Eskiköy, Akçapınar, Yukarıköy, Kaşıkçı, Süleymanlar, Kocaceviz ve İdiriz denilen yerlerden ayrılarak bir araya geldikleri ve bugünkü köyün bulunduğu yere yerleştikleri, adına da AKÇAPINAR KÖYÜ isminin verildiği söylenmektedir.

NOT: Akçapınar, Bir mevkinin adı olup buradan gelenlerin ismine izafeten köye bu isim verilmiştir.

DOĞA YAPISI-İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:

Köy, Osmanlı Devletinin kuruluş merkezi Söğüt’ün doğusunda yer almakta olup, Taraklı ilçesine 15 km. Sakarya iline 85 km. mesafededir. Karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak, kışları soğuktur. Bozkır halindedir. Yer yer çalılıklar ve meşelikler bulunur.


HALKI VE NÜFUSU:

Köy, altmış beş hane civarında olup nüfusu dışarıda olanlarla birlikte üç yüz kişiyi geçmektedir. Halkı, Manavdır. Manavlar: Anadolu Türküdür. Göçerliliği bırakıp ziraat yapmaya başladıklar için kendilerine bu isim verilmiştir. İnsanları mülayim, uyumlu ve sakindir.

EKONOMİ VE GELİRİ:

Gelir, tarım ve hayvancılığa dayanır. Son senelerde meyvecilikte; özellikle kiraz ve vişne yetiştirilmesinde hızlı bir gelişme göstermiştir. Sebzecilik ihtiyacı karşılayacak kadar yapılır. (İÇP-2007)

KAYNAKLAR:

İnternet kaynaklarından; Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihinden; Âşıkpaşazade Tarihinden; Köyün Büyüklerinin Bilgilerinden faydalanarak hazırlanmıştır.

Cinler Ve Şeytanlar



Cinler hacmi ve kütlesi olmayan, ışınsal varlıklardır. Manyetik akım ve enerji ile hareket ederler. Vücut yapılarından kaynaklanan hızları, engelleri aşmada kendilerine üstünlük sağlar. Yeryüzünde ve gökyüzünde yaşarlar. Akıl ve irade sahibidirler. Yaşarlar ve ölürler. Erkeği ve dişileri vardır. Halk dilinde cinler erkek, periler de kadın olarak kabul edilir. Zamanımızda cinler, uzaylılar olarak düşünülmektedir.
Cinler birçok inanışta ve semavi dinlerde varlığı kabul edilen ruhani varlıklardır. Onlar da Allah’a ibadet etmek için yaratılmışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat / 56)Peygamberimiz aynı zamanda cinlere de peygamber olarak gönderilmiştir. “Hani cinlerden bir gurubu, Kur’ân’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’ân-ı dinlemeye hazır olunca birbirlerine: “Susun” demişler, Kur’ân’ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşler. Ve kavimlerine: Ey kavmimiz! Doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” (Ahkâm / 29- 31)
Kur’ân-ı Kerim’de 88 yerde şeytan, 32 yerde değişik ifadelerle cinlerden bahsedilir. Cinlere ait özel bir sure vardır. Adı da : “Cin suresidir.” Onların ateşten yaratıldığı beyan edilir ve şöyle denir: “Cinler de zehirli ateşten yaratılmıştır. (Hicr / 27) Burada belirtilen zehirli ateşten kasıt, özel bir ateştir. Bizim bildiğimiz manada bir ateş değildir.
Cinler, Hz. Süleyman zamanında bilimsel ve sanatsal ekinliklerde bulunmuşlar, medeniyete katkı sağlamışlardır. Orduda yer almışlar, ustalık, dalgıçlık, yapmışlar; heykeller, büyük havuzlar, kazanlar meydana getirmişler; laboratuar düzeyinde çalışmalar yürütmüşler, teknolojinin ilerlemesine yardımcı olmuşlardır. Bu konu Kur’ân-ı Kerim‘de şöyle anlatılır: “Allah’ın izniyle cinlerden bir kısmı, Hz Süleyman’ın emrinde çalışırdı. Onlar Hz. Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar geniş leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. (Sebe / 12- 14) Bugün dünyada bulunan, o devirler de Nâsıl yapıldığı hala çözülemeyen, M.Ö. sine ait harikuladeki sanatsal yapıların yapımında acaba cinlerin katkısı mı vardır?
Cin ayrı şeytan ayrı değildir. Yaratılış itibarı ile aynıdır. Şeytanlar İblisin zürriyetindedir. İblis ise cinlerdendir. O, Allah’ın emrinden çıkmış, Hz. Âdem’in yaratılışını kabul etmemiş, Onun lanetine uğramıştır. Cinler ile şeytanlar arasındaki fark, iman edip etmemeleri yönündedir. Cinlerden mümin ve kâfir olanlar vardır. Şeytanlar ise kâfirdir.
Cinler, insanlarla iletişim kurup onlara asılsız gerçeğe uymayan fikirler aşılarlar. Kalplere kötü duygular verirler, kötülük tohumları ekerler. İnsanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşırlar. İnsan vücudu kişiden kişiye değişen hassasiyette yaratılmıştır. İnsanın manyetik akım alan vücut bölgeleri vardır. Bazı insanlarda bu bölgeler daha hassastır. Cinler insanın beynine, aklına, düşüncesine ve sistemine nüfuz ederek oraları tesir altına alırlar. İnsan vücudunun ürettiği enerci ve elektrik akımını düzensiz hale getirirler, kişi psikolojik hasta haline gelir. Korku, endişe ve ürperti içindedir. Şeytanlar ise insanın inanç merkezlerine etki ederler. İnsanı yasak ve haram bölgelere götürürler. Suça teşvik ederler. Burada devreye yaratılıştan metafizik âlemle irtibatı olan büyük âlimler ve dualar devreye girer. İnançlarını yaşayan, Allah’a sığınan insanlar üzerinde şeytanların ve cinlerin etkisi yoktur.
Peygamberimizin cinlerin etkilerine karşı Ayetel- kürsü ile Felak ve Nâs surelerini okuduğu rivayet olunmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in son suresi olan Nâs suresinde şöyle buyrulur:“
O sinsi vesvesenin şerrinden, O ki insanların göğüslerine fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım!” (Nâs / 4-6).
Işınsal olmaları nedeniyle göremediğimiz, mahiyetini kavrayamadığımız gizemli varlıklar olan cinler, ışığın enerjiye dönüşmesinde sağlanacak gelişmelerle, daha iyi bilinebilirler, onlar ile ilgili sır perdesi de ortadan kalkabilir.