tag:blogger.com,1999:blog-53665651247290522632024-03-05T09:11:04.194-08:00İsmail Çelikpençe Web Sitesiİsmail Çelikpençe YazılarıİÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.comBlogger35125tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-36473326153612985422009-04-03T12:45:00.000-07:002009-04-03T13:00:53.099-07:00Aile Saadeti<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEid0HAbEU-u7_dsGdqGxqloCVHsmcDC0W8FblNXPNv9memrpLdpUW_qq5_cB0LoqX7hKcosbAGui9kBR5A9T5QnKaIjmSLKxFsNY8LoLH8QHNzrKTwBjtA2END8PavuJxDm4mDFIuLnQBs/s1600-h/untitled.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5320557518541458066" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEid0HAbEU-u7_dsGdqGxqloCVHsmcDC0W8FblNXPNv9memrpLdpUW_qq5_cB0LoqX7hKcosbAGui9kBR5A9T5QnKaIjmSLKxFsNY8LoLH8QHNzrKTwBjtA2END8PavuJxDm4mDFIuLnQBs/s400/untitled.bmp" border="0" /></a><br /><div><br />Aile Saadeti<br /><a title="Aile Saadeti" href="http://www.tarakliajans.com/haber_imaj/saadet_Gül.jpg" target="_blank" rel="lightbox"></a><br />“Hepiniz muhafızsınız. Mahiyetinizde bulunanların hukukundan sorumlusunuz. Amirler himayesi altındakilerin koruyucusudur, memurlarından sorumludur. Erkek ise aile fertlerinin amiridir ve onlardan sorunludur.”<br />Aile, cemiyetin en küçük parçasıdır. Aile ana, baba ve çocuklardan meydana gelen sıcak bir yuvadır. Aile ana kucağının, baba ocağının, sevgi ve saygının ifadesidir. Aile küçük bir yönetim merkezidir. Aile küçük bir devlet, küçük bir hükümettir. Toplumun en küçük parçası olan ailenin yönetimi ne kadar düzenli yönetilirse, toplum da o kadar disiplinli olur. Disiplinli olan ailede huzur olur, saadet olur, mutluluk olur.Aile içerisindeki kişilerin birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları vardır: Ana ile babanın birbirlerine karşı görevleri, ana babanın çocuklarına karşı görevleri, çocukların ana ve babalarına karşı görevleri, çocukların birbirlerine karşı görevleri.Kadın ile erkek şahitlerin huzurunda bir nikâh mukavelesi ile hayatlarını birleştirmişlerdir. Aile ocağının huzurlu ve saadetli olabilmesi içi karı koca, birbirlerine karşı anlayışlı hareket etmek zorundadır. Yapılan tartışma ve kavgalar aile huzurunun bozulmasına sebep olur ve çocukların üzerinde olumsuz tesirler meydana getirir. Erkeklerin kadınlara karşı yumuşak ve güler yüzlü davranmaları gerekir.Sevgili Peygamberimiz buyuruyor:<br />“Bir kimse kadınına buğuz etmesin, zira hoşlanmadığı huyları varsa, ona mukabil memnun olacağı huyları da vardır.” (1)“Müminlerin, imanca en mükemmel olanı ahlaken en iyi olanıdır ve hayırlı olanlarınız da kadınlara karşı hayırlı olanlardır. Karı ile koca birbirlerine karşı olan sorumluluklarını hiçbir zaman unutmaması gerekir.” (2)Peygamberimiz yine şöyle buyuruyor:<br />“Sizin kadınlar, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız aile yuvasını hoşlanmadığınız hiç kimseye çiğnetmemeleridir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakkı, memleket göreneğine göre her türlü giyim ve yiyimlerini temin etmenizdir.” (3)<br />Ana ile babanın çocuklarına karşı görevleri:<br />Çocuklar ilk bilgileri ana kucağında, baba ocağında öğrenirler. Çocuklar için aile yuvası, hayatın temel okuludur. Anne ile baba, çocuğun ilk öğretmenleridir. Konuşmayı, iyiyi kötüyü, ana babalarından öğrenirler.Çocuklar, ailede gördüklerini ve duyduklarını hafızalarına kayıt ederler. Büyük İslam düşünürü ve bilgini İmam-ı Gazali şöyle diyor:<br />“Çocuğun beyni bal mumuna benzer, isteyen ona istediği şekli verir.” Kutatk-u Billiğin yazarı Yusuf Has Hacip ise söyle diyor:<br />“Çocukların zihni boş bir tarlaya benzer, oraya ne ekersen o biter.” Aile yuvasında erkek çocuk babayı, kız çocuk da anneyi taklit eder. Öyle olur ki çocuklar ana ile babanın kopyası olurlar. Öyleyse aile yönetiminde ana babaya büyük görevler düşmektedir.<br />Yüce Allah, Resulü aracılığı ile şöyle buyuruyor:<br />“Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (4) Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:<br />“Hepiniz muhafızsınız. Mahiyetinizde bulunanların hukukundan sorumlusunuz. Amirler himayesi altındakilerin koruyucusudur, memurlarından sorumludur. Erkek ise aile fertlerinin amiridir ve onlardan sorunludur.”Kadınlar da kocasının evininde bir koruyucudur. O da mesuldür, oda sorumludur. Kısaca, hepiniz koruyucusunuz, himayenizde bulunanların hukukundan sorumlusunuz.<br />Huzur ve mutluluk bulunmayan bir aile yuvasında çocuklar çok çabuk etkilenir. Hatta bu evi terk etmeye kadar gidebilir. Günümüz toplumunda bunun örneklerini çok görmekteyiz. Evi terk eden çocuklar, kötü emelli insanlar tarafından kullanılıyor alkol, uyuşturucu ve soygun bataklığına saplanıyor. Yapılan istatistiklerde ceza evlerinde bulunan tutuklu ve mahkûmların büyük bir çoğunluğunu gençler oluşturmaktadır. Bu durum, toplumda sosyal bir hastalık haline geliyor. Evi terk eden kız çocukları fuhuş bataklığına sürükleniyor, toplumun yapısı bozuluyor. Ana ile babanın, aile ocağında huzur ve mutluluğu sağlamaları gerekir. Çocuklarına iyi örnek olmaları gerekir. Onlara dinini, kitabını, peygamberini, vatanını, milletini, bayrağını sevdirmeleri gerekir.<br />Bu konuda Kuran-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:<br />“Allah kesin olarak şunları emretti:<br />Ancak, kendisine ibadet edin. Anaya babaya güzel muamele edin. Eğer onlar senin yanında ihtiyarlık haline düşerlerde onlara of bile deme ve onları azarlama. İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle. İkisini de acıyarak tevazu kanadını indir ve şöyle de Allah’ım onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de kendilerine merhamet et.” (5)<br />Peygamberimiz de şöyle buyuruyor.<br />“Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan namaz ve anaya babaya yapılan iyiliktir.” (6)<br />Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ibadetten sonra anaya babaya itaat emredilir. Ana babasının rızasını alan Allah’ın rızasını almıştır. Dinimize göre duası kabul olunan kişilerden biri de ana babasının duasını alandır.<br />“Cennet anaların ayakları altındadır” ifadesi dünyaca sembolleşmiştir. Eğer evlatlar ana ve babadan uzak yerde oturuyorlarsa, Sılayı rahim farz olur. Eğer evlatlar onları ziyaret edemiyorlarsa, onların telefonla hal ve hatırları sorulmalı, gönülleri alınmalıdır.<br />Ana babaya saygı gösteren kardeşler birbirleriyle iyi geçinmeli, büyükler küçükleri şefkat ve merhametle sevmeli; küçükler de büyüklere saygı ve hürmet göstermelidir.<br />Anlatılan şu kıssa konumuz için güzel bir örnektir:<br />Bir baba ölümünün yaklaştığını anlayınca çocuklarını etrafına çağırır. Küçük çocuğa dışarıdaki ağaçtan bir dal kırıp getirmesini söyler. Küçük çocuk bir dal kırıp getirir. Baba o dalı bükmesini emreder. Küçük çocuk büker ve dal kırılır. Tekrar der ki şimdi git 10 tane dal kırıp getir. Çocuk 10 tane dal kırıp getirir. Onların hepsini bir arada bükmesi ister. Çocuk hepsini bir arada kıramaz. Baba şöyle der:<br />“Eğer birbirinizle iyi geçinmeyerek koparsanız, hepiniz bu dal gibi kırılırsınız. Hepiniz bir arada iyi geçinip birbirinize bağlı olursanız kırılmazsınız.”<br />Aileler ne kadar huzurlu ve mutlu olursa, o ailelerden meydana gelen cemiyette o kadar huzurlu ve mutlu olur.<br />(1) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:318(2) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:320(3) Veda Hutbesi(4) Tahrim Suresi, Ayet:6(5) İsra Suresi, Ayet:23-24(6) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:347</div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-49321731547576477522009-01-25T02:07:00.001-08:002012-01-04T12:35:03.727-08:00Akçapınar Köyündeki Haneler ve SülalelerHüseyin<div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguqWzIV7FKCXxLI_k9toN9OBdSJwll0SuzaMIm8DHlscclpGQ-kwPC6Rkx1q8N_mwvpmFAr4mUvC-o7gqPlhR80H-dOJxoUtd1XiU-HWTQZ8x80G2CN1ko5idO2vp4zQffMm_dFTtH8lg/s1600-h/PHTO0002.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5294993181475417890" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguqWzIV7FKCXxLI_k9toN9OBdSJwll0SuzaMIm8DHlscclpGQ-kwPC6Rkx1q8N_mwvpmFAr4mUvC-o7gqPlhR80H-dOJxoUtd1XiU-HWTQZ8x80G2CN1ko5idO2vp4zQffMm_dFTtH8lg/s400/PHTO0002.JPG" border="0" /></a><br /><strong>Eski ve Köklü Sülalelerden Bazıları:</strong> </div><div align="center"><br /><strong></strong></div><strong></strong>Hırceller Çolaklar<br />Berberler Malaslar<br />Mulazımlar Memişler<br />Eseler Pekmezler<br />Mollalar Abdegiller ve diğerleri.<br /><br /><strong>Hırceller:</strong> Sülalede Ali ismindeki bir kişinin boyunun kısa olmasından dolayı ona kısa manasına Hırca Ali denildiği; halkında bu kelimeyi Hırceller olarak kullandığı düşünülmektedir. Eski, köklü ve kalabalık bir sülaledir. Altı hanedirler: a) Hırcellerin Ahmet Sanlı. b) Kaymakçıların İsmail Küçük ve Recep Küçük. Rahmetli dedeleri çocukken annesinden saklı olarak sık sık yoğurdun kaymağını yediği için oğluna kaymakçı demiş bu da lakap olarak kalmıştır. c) Yusafaların Mehmet Küçük. Ölen babasının isminin Yusuf olmasından dolayı bu hane Yusufalar diye anılır. d) Atikelerin Mehmet Sanlı. Ölen ninelerinin isminin Atike olmasından dolayı Atikeler diye anılırlar. e) Gorcuların Halbiram (Halil İbrahim Sanlı) ve Turan Sanlı. Ölen babalarının yıllarca köyün koruyuculuğunu yapmasından dolayı Gorcular diye anılırlar. f) Rahmeti olan Alfatçıların Durali Bilgin. Hayvanları otlatmaktan gelirken cebine alfat (alhat) koyup çocuklara dağıttığı için Alfatçılar diye anılırlar. Bu hane Şahanlardan gelen Hüseyin Öztürk’le devam etmektedir.<br /><br /><strong>Berberler:</strong> Sülalede berberlik yapan bir kişi olmasından dolayı bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Eski ve köklü bir ailedir. Dört hanedirler. a) Eyüp Berber. b) Hırcallerin İbrahim Berber. c) Hırcellerin Ahmet Berber. d) Rahmetli olan Hırcellerin Muhittin Berber. Eşi Nazmiye Berber’le bu hane devam etmektedir. Büyük dedeleri köyün başka bir sülalesi olan Hırcellerden olduğu için Hırcaller denilmiştir.<br /><br /><strong>Mülazımlar - İlamcalar:</strong> Bu sülalede Mülazım (komutan) bu aileden biri askerde alt düzeyde komutanlık yaptığı için bu isimle anılmıştır. Daha sonra bu sülalenin ismi, İlamcalar olarak devam etmiştir. İlamcalar, Ali Amcanın halk arasındaki söyleniş şeklidir. Eski ve köklü bir sülaledir. Delalar, bu sülaleden gelmektedir. Rahmetli Mehmet Seyyar amcanın rol olarak yaptığı hareket ve davranışlara izafeten Delalar denilmiştir. İki hanedirler. a) Selahattin Seyyar. Almanya’da çalışıp döndüğü için Almanyalı da denilir. b) Necati Seyyar. c) Bu sülaleden olan İsmail Hakkı İmamlar hanesine gitmiştir. <br /><br /><strong>Eseler:</strong> Eseler kelimesinin Eslekliden geldiği düşünülmektedir. Eslekli, inatçı ve aksi manalarına gelmektedir. Dört hanedirler. a) Aşağı Eseler. Veysi Esen’le b) Yukarı Eseler. Hüseyin Yılmaz’la devam etmektedir. c) Arfalar da bu sülaledendir. Rahmetli olmuş hane sahibinin isminin Arif olmasından dolayı Arfalar denilmiştir. Bu sülale Abdegillerden gelme Âdem Eker’le devam etmektedir. d) Rahmetli olan Veysel Esen. Eşi Ayşe Esen’le bu hane devam etmektedir.<br /><br /><strong>Mollalar – Eyüpçavuşlar:</strong> Molla, dini konularda bilgi sahibi olanlara verilen bir unvandır. Bu sülale de bu vasfa sahip birisi olduğu için Mollalar denildiği düşünülmektedir. Ayrıca askerde çavuşluk yapmış Eyüp ismindeki zattan dolayı Eyüp Çavuşlar da denilir. Eski ve köklü bir sülaledir. Dört hanedirler. a) Ali Özen (Altıparmak) b) Rahmetli Mehmet Özen (Şakir Mehmet).Bu hane sönmüştür. c) Eyüp Özen. d) Ömer Özen. <br /><br /><strong>Çolaklar:</strong> Aile bireylerinden birinde bedensel bir engel bulunması nedeniyle Çolaklar dinildiği düşünülmektedir. Eski ve köklü bir ailedir. Beş hanedirler. a) İsmail Çolak. b) Recep Çolak. c) Mustafa Çolak. d) Rahmi Çolak.Bu sülaleye İsmail adındaki dedelerinden dolayı İsmeylalar, babaları rahmetli Mehmet Çolak’ın siyasette Süleyman Demirel’i desteklemesi nedeniyle ayrıca Demireller de denilir. e) Norbeyler de bu sülaledendir. Bu sülale İsmail Çolak’la devam etmektedir. Babasının adının Nuri olmasından dolayı bu isimle anılırlar.<br /><br /><strong>Malaslar:</strong> Malas kelimesi, malı has - malı kıymetli - malı iyi anlamına gelir. Köyde en iyi mallar, en iyi yerler, en iyi araziler bu sülalenin elindedir. Bundan dolayı Malaslar denildiği düşünülmektedir. Eski ve köklü bir sülaledir. İki hanedirler. a) Büyük Malaslar. Bu hanede kimse kalmamıştır. İsmeylalardan olan Sadullah Çolak bu hanenin evini satın almıştır. b) Küçük Malaslar. Bu hane Nurettin Biçer’le devam etmektedir.<br /><br /><strong>Memişler:</strong> Bu isim, sülalede yaşamış bir kişinin isminden gelmektedir. Memiş kelimesinin Mehmet’in kısaltılmasından geldiği düşünülmektedir. Eski ve köklü ve kalabalık bir sülaledir. Altı hanedirler. a) Hacı İbramlar. Hacı İbrahim’ den gelmektedir. Bu aile Mustafa Arslan’la devam etmektedir. b) Gadiralar. Kadir isminden gelmektedir. Bu aile Norbeylerden gelme Mehmet Çolak’la devam etmektedir. c) Süleymanlar. Süleyman isminden gelmektedir. Bu aile Sabahattin Arslanl’a devam etmektedir. d) Mıstabeyler. Mustafa isminden gelmektedir. Rahmetli Hüseyin Arslan bu sülaledendir. Eşi Fitnat Arslan’la bu hane devam etmektedir. e) Memişlerin İsmail Arslan ise tek kişidir. f) Recep Arslan ise Eskişehir’de oturmaktadır. Haneyi Tayirlerin Hürmüs hala satın almıştır .<br /><br /><strong>Pekmezler:</strong> Eskiden köyde bağcılık ve yetiştirilen üzümlerden de pekmez yapılırmış. Bu ailenin de çok pekmez yaptığı için bu isimle anıldığı düşünülmektedir. Eski ve köklü bir sülaledir. Dört hanedirler. a) Aşağı pekmezler. Mustafa Pekmez vefat etmiştir. Oğlu İsmail Pekmez İstanbul'da oturmaktadır.Bu hanede Hatice Pekmez bulunmaktadır. b) Yukarı Pekmezler. İbrahim Pekmez’le devam etmektedir. c) Emin Pekmez. Basının adı Osman olduğu için Osman’lar diye anılmaktadır. d) Fehmi Pekmez. Adapazarı’nda oturmakta olup zaman zaman köye gelmektedir. Bu ev pekmezler sülalesinden olup rahmetli olmuş Mehmet Pekmez’in evidir. Onun oğullarından birisi Taraklı’ya yerleşmiş olan rahmetli Hüseyin Pekmez, diğeri ise Alifuatpaşa’ya yerleşmiş olan Şerafettin Pekmezdir.<br /><br /><strong>Abdegiller:</strong> Sülaledeki büyüklerden birinin adının Abdullah olmasından dolayı Abdullah giller denilmiş, daha sonra bu isim halk arasında Abdegiller olarak söylenmiştir. Üç hanedirler. a) Aşağı Abdegiller. Burhan Eker’le; b) Yukarı Abdegiller. İbrahim Eker’le devam etmektedir. c) Hasan Eker. Oturduğu ev, Taraklı’ya yerleşen rahmetli Dönme Hüseyin’e ait iken Abdegiller tarafından satın alınmıştır. Dönme Hüseyin Rum’dur. Kurtuluş savaşında Geyve’nin yukarısında bulunan Rum köyünden kaçarak köye sığınmış ve Müslüman olmuştur. Bundan dolayı Dönme Hüseyin denilmiştir.<br /><br /><strong>Kavuşlar:</strong> Hasretle bekledikleri kişiye kavuştukları için bu isminle anıldıkları düşünülmektedir. Üç hanedirler. a) Aşağı Kavuşlar. Fazlullah Çam, Hüseyin Çam Rahmetli olmuşlardır. Fazlullah Çam’ın oğlu Mehmet Çam İstanbul’da oturmaktadır.Bu hanede Ayşe Çam bulunmaktadır. b) Yukarı Kavuşalar. Mustafa Çelikpençe ile devam etmektedir. c) Öteykalar , (Öte yakadakiler) da Kavuşalar sülalesindendir. Bu sülale Ahmet Çam ve Mehmet Çam’la devam etmektedir.<br /><br /><strong>Kadirler:</strong> Aile büyüklerinden birisinin adının Kadir olmasından dolayı bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Tek hanedir. Bu hane Hüseyin Bilen’le devam etmektedir.<br /><br /><strong>Albeyler:</strong> Ali isminden gelmektedir. Tek hanedir. Bu ailede Abdegillerden gitme Abdullah Eker'le devam etmektedir.<br /><br /><strong>Molfazlar – Hocalar:</strong> Bu sülalede bulunan Fazlı adındaki kişiye Molla Fazlı denildiği için halk bunu Molfazlar olarak söylemiştir. Daha sonra İsmail adındaki dedelerinin köyün imam hatipliğini yapmasından dolayı da hocalar denilmiştir. Tek hanedir. Bu aile Mustafa Akkaya ile devam etmektedir.<br /><br /><strong>Eğitmenler:</strong> Rahmetli olmuş İbrahim Özdemir adındaki kişi resmi görevle köyde eğitmen (Öğretmen) olarak köyün gençlerine öğretmenlik yaptığı için Eğitmenler denilmiştir. Oğlu da öğretmenlik yaparken kanser hastalığından ölmüştür. Hane boştur.<br /><br /><strong>Halitler:</strong> Hanenin büyüğünün ismi Halit olduğu için Halitler denilmiştir. Bu hane boş durmaktadır. Bu haneden olan Abdullah Özdemir Adapazarı’na yerleşmiş ve vefat etmiştir. Arif Özdemir ise Taraklı da oturmaktadır.<br /><br /><strong>Şahanlar:</strong> Bu sülalede bulunanlardan birine Şahan denildiği için bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Tek hanedir. Bu aile Mehmet Ali Östürk’le devem etmektedir.<br /><br /><strong>Tairler:</strong> Aile büyüklerinden birinin adının Tahir olması nedeniyle bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Tek hanedir. Bu aile Mehmet Civelek’le devam etmektedir.<br /><br /><strong>İmamlar:</strong> Ailede imamlık yapmış birisi olmasından dolayı bu isimle anılırlar. Hane sahibi İsmail Yavuz rahmetli olmuştur. Bu hane İlamcalardan gelme İsmail Hakkı ile devam etmektedir.<br /><br /><strong>Hallalar:</strong> Halil isminden gelmektedir. Tek hanedir. Bu aile Hayati Keskin’le devam etmektedir. Rahmetli olan (Halibiram) Halil İbrahim Keskin de Hallalardandır. Evini Hayati Keskin satın almıştır. Eşi ve kız çocukları dağılmışlardır. Rahmetli olan Irza dayı da Hallalardandır. Bu hana sönmüştür. Evleri Tomaşların evinin karşısındaydı. Geyve’de oturan Mehmet Ünal bu hanedendir.<br /><br /><strong>Tomaşlar:</strong> Aile büyüklerinden Mehmet adındaki kişi çocukken kendinse kızılıp söylenildiği zaman bir kenara çekilip somuturmuş. Annesi de ona hemen küsüp somutan manasına Tomaş dermiş. İşte daha sonra bu aileye tomaşlar denilmiştir. İki hanedirler. a) Aşağı Tomaşlar. İsmail Atar’la devam etmektedir. b)Yukarı Tomaşlar. Bu hane sönmüştür. Bu aileden olan Recai Atar Sapanca'da Kazım Atar Geyvenin Bağlar başı köyünde oturmaktadır. <br /><br /><strong>Raşler:</strong> Ailede Raşit adında birisinin olmasında'n dolayı bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Tek hanedir. Bu hane Hasan Akpınar’la devam etmektedir.<br /><br /><strong>Emitler – Çeteler:</strong> Bu aileye Hemitler ovasıda bir bağlantıları olması nedeniyle bu isimin verildiği düşünülmektedir. Bu hanenin evinin de Irmağın (çamaşırhanenin) yanında olduğu, daha sonra yıkıldığı belirtilmektedir. Daha sonra Rahmetli Mustafa Aydın’a gözünün pek ve cesaretli olması nedeniyle Çeteler denilmiştir. Tek hanedir. Bu hane İsmail Aydın’la devam etmektedir. Ayrıca İsmail Aydın’ın bu günkü oturduğu yerde anneannesinin Taraklı’dan gelme beyi Demirci oturduğu için Demircilerde denilmektedir.<br /><br /><strong>Kavuklar:</strong> Aile büyüklerinden birisinin başına sarıklı başlık giymesi nedeniyle bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. İki hanedirler. a) Aşağı Kavuklar. Bu hane İsmail Çetin'le devam etmektedir. b) Yukarı kavuklar. Bu hane Mehmet Çetin’le deva etmektedir. Mehmet Çetin İstanbul’da oturmakta olup zaman zaman köye gelmektedir.<br /><br /><strong>Hacılar:</strong> Aile büyüklerinden birinin hacca gitmesi veya adının hacı olması nedeniyle bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Tek hanedir. Bu hane İbrahim Arslan’la devam etmektedir.<br /><br /><strong>Terziler:</strong> Rahmetli olan Mustafa Terzi Duman köyünden Köselerdendir. Eşi köyün terziliğini yaptığı için Terziler denilmiştir. Tek hanedir. Bu hane Mehmet Terzi ile devam etmektedir. Mehmet Terzi, İzmit’te oturmakta olup zaman zaman köye gelmektedir.<br /><br /><strong>Rasmalar:</strong> Rahmetli olan Rasim Kaplan Duman köyünden Ali Beylerdendir. Adından dolayı Rasmalar denilmiştir. Tek hanedir. Bu hane Halis Kaplan’la devam etmektedir.<br /><br /><strong>Cambazlar:</strong> Ailede cambazlık yapan yani hayvan alıp satan veya davranışları ile cambazlık hareketleri yapan birinin olması nedeniyle bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Tek hanedir. Bu hane Nihat Cambazla devam etmektedir. Nihat Cambaz Karasu’da oturmakta olup zaman zaman köye gelmektedir.<br /><br /><strong>Durmuşlar:</strong> Rahmetli olan Durmuş Saraç kurtuluş savaşında Geyve yakılarında Rum köyünden kaçıp köye yerleşmiştir. İsminden dolayı Durmuşalar denilir. Tek hanedir. Bu hane Mehmet Saraçla devam etmektedir.<br /><br /><strong>Alesmanlar:</strong> Aile büyüklerden Ali Osman adındaki kişiye izafeten bu isimle anılırlar. Bu haneden olan Cemalettin Üzüm Geyve’de oturmaktadır. Gorcuların evinin arkasında olan bu hanenin evi Kadirler tarafından satın alınmıştır. Ayrıca Alesmanlardan olan yukarı Pekmezlerin evinin yanında rahmetli Hüseyin Üzüm’ün evi vardır. Hane sönmüştür. Ev Yukarı Eseler tarafından satın alınmıştır.<br /><br /><strong>Hentepler:</strong> Hanenin büyüklerinden birinin Antep’le ilgili bir anısı nedeniyle bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Hane sönmüştür. Ev yıkılmıştır. Yeri iki Kavukların evleri arasındadır.<br /><br /><strong>Onbaşılar:</strong> Hanede askerde onbaşılık yapmış birisinin olması nedeniyle bu isimle anıldıkları düşünülmektedir. Hane sönmüştür. Ev yıkılmıştır. Yeri İmamların eski evininin arkasında küllük denilen yerdedir.<br /><br /><strong>Poyrazlar:</strong> Bu hane sönmüştür. Ev yıkılmıştır. Evin olduğu yerde bugün Alfatçıların evi vardır. Evleri poyraz rüzgârını çok aldığı için bu haneye Poyrazlar denildiği düşünülmektedir. Hacı Keramlar. Köyümüzden ilk hacca gidenlerden olan hacı Mustafa amca aşık olup beyit söylediği için hacı keramlar denilmiştir. Hacı Kerem amca daha sonra Taraklı'ya yerleşmiş ve orada rahmetli olmuştur. Evi yıkılmıştır. Yeri şu anda Mustafa Çelikpençe'dedir.
Ahmet amca: (Deli Amet diye anılır). Hırceller'rin büyüğüdür. Rahmetli gorcu Mehmet amca, rahmetli Hırceller'in Durali amca, rahmetli Alfatçılar'ın Durali amcanın babalarıdır. Evi yıkılmıştır. Yeri yukarı kavukların evinin önündeydi.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-58095324885292138982008-04-29T06:40:00.001-07:002008-09-19T10:52:15.642-07:00Bahar Güzelliği ve Çevre Temizliği<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOoEqS_bTrfLv7cycSf3DHec3V4dl9usLgOsgVfHJFK96ydGVpLhD_cm64iK3fcwf7-Yus577UoVG_l1o2jg2uzhLe_tleaQIfJVM6vibic-vmCxKCVLyQnE1SH3usUl6zmTA4xLKglOk/s1600-h/cicekler.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194661762732115650" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOoEqS_bTrfLv7cycSf3DHec3V4dl9usLgOsgVfHJFK96ydGVpLhD_cm64iK3fcwf7-Yus577UoVG_l1o2jg2uzhLe_tleaQIfJVM6vibic-vmCxKCVLyQnE1SH3usUl6zmTA4xLKglOk/s400/cicekler.jpg" border="0" /></a><br /><br /> Sonbaharla birlikte cansız hale gelen tabiat, İlkbaharın gelmesiyle yeniden canlandı. Havalar ısındı. Sular çoğaldı. Bitkiler uyandı. Tabiat yeşile boyandı.<br /><br /> Sabahın seher vaktinde evin penceresini açacaksın. Kuş seslerini dinleyeceksin. Baharın kokusunu doya doya içine çekeceksin. Derin tefekkürlere dalacaksın.<br />Ah! Birde insanlarımız çöpleri gelişi güzel atmasalar. Piknik yerlerini kirletmeseler, sokaklara tükürmeseler ne güzel olur.<br />Sevgili peygamberimiz sokaklara tükürmenin kötü bir davranış olduğunu beyan etmiştir. (Müslim / 290)<br />Yol kenarlarına ve gölgeliklere büyük ve küçük abdest yapanlara da lanet etmiştir. (Müslim / 226)<br />Sultanahmet meydanında içmiş olduğu pet su şişesini bir çöp kutusuna kadar elinde taşıyan bir turiste şahit oldum.<br />İnsanın ahlaki görevlerinden biri de çevresine karşı sorumluluğudur. Çevre sorumluluğumuzun temelinde ise doğa ve insan sevgisi vardır. Çevreyi korumak dini bir görevdir. Din tarih boyunca insanlar üzerinde etkili olmuş bir olgudur.<br />Yüce kitabımız Kuran’ı Kerim çevreyi kirletme ile ilgili bakınız nasıl ikazda ve ihtarda bulunuyor:<br />“İnsanların yaptıkları hatalar yüzünden karada ve denizde bozulma meydana gelmiştir. Hatalarını anlamaları için Allah yaptıklarının kötü sonuçlarını dünyada onlara gösterecektir.” (Rum / 41)<br />Günümüz insanının karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi belki de en önemlisi çevre sorunudur. Bu sorun sadece insanı değil tüm varlıkları tehdit etmektedir. Bu sorun sadece doğayı değil tüm ekolojik dengeyi tehdit etmektedir.<br />Teknolojinin gelişmesiyle çevre sorunları kat ve kat artmıştır. Yok, olan ormanlar- çölleşen topraklar- nesli tükenen hayvanlar. v.s. Yirmi birici yüzyıla büyük umutlar yerine. Büyük endişelerle girdik. Şehirlerde olduğu gibi köy muhtarları da imece usulü ile köylerimizi temizlemeli, imamlarımız halkımızı bu konuda aydınlatmalıdır.<br />Gönül dünyanız çiçekler gibi güzel olsun.<br />Kalplerinize huzur ve mutluluk dolsun.<br />Allaısmarladık.<br />Hoşça kalın.<br />Mutlu ve esen kalın.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-33087445881335156912008-04-29T06:38:00.000-07:002012-01-04T10:23:19.770-08:00Turgut Özal'dan Bir Anı<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgori5kFFQjjL9BDiETmVDpor0D5yRETyjNdm-FKj6OpsjyIrPR_ZNL0kW7Y8A4_xBm6x0kVFZ7chw4zS-Nsq1UuMMIYKOC0R7xfSX70Ru7FG8tm4n3u5fG9TZziHSXrzOIPFh9xcn8yw4/s1600-h/ozal.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgori5kFFQjjL9BDiETmVDpor0D5yRETyjNdm-FKj6OpsjyIrPR_ZNL0kW7Y8A4_xBm6x0kVFZ7chw4zS-Nsq1UuMMIYKOC0R7xfSX70Ru7FG8tm4n3u5fG9TZziHSXrzOIPFh9xcn8yw4/s400/ozal.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194661410544797362" /></a><br /><br />Bilindiği gibi Turgut Özal 17 / Nisan / 1993 yılında vefat etti. O, herkesin bildiği bir isimdi. Bir döneme damgasını vurarak geldi… Geçti… Gitti… <br /><br />Ölüm yıldönümünde, Özal ile ilgili bir olayı sizlere nakletmek istiyorum:<br />Bizler1970 li yıllarda İstanbul Yüksek- İslam Enstitüsünde okurken Türkiye karışıktı. Öğrenci olayları- İşçi olayları vardı. Rahmetli Özal da Silahtar Demir Döküm fabrikasında müdürdü. Cuma günleri fabrikada işçilere Cuma namazı kıldırmak için Yüksek- İslam Enstitüsünden bir öğrenci istemişti. Ehliyetli bir öğrenci görevlendirildi. <br />Ben de okurken Okmeydanı’nda bir cami de görev yapıyordum. Cuma günleri o görevlendirilen arkadaşla aynı arabada yolculuk yapıyorduk Özal işçilere, Cuma namazı kıldırmak isterken onların dini telkin almasını da istiyordu. <br />Bir toplantı da İstanbul İlçe Belediye Başkanlarından birisi şunları anlattı: "Ben 1970 li yıllarda Özal’la birlikte sendikacılık yaptım. İşçilerin Cuma günü Cuma namazı için bir saat izinli sayılması konusunda çok mücadele ettik. Ama olmadı.<br /><br />Gün oldu devran döndü. Özal Başbakan oldu. Bizde sendikacılığa devam ettik. İşçi hakları ile ilgili mücadele verirken, işçilerin cuma namazı için bir saat izinli sayılmaları maddesini de kabul ettirdik. Heyet halinde Ankara’ya Özal’ın ziyaretine gittik. Hoş beşten sonra işçiler ile ilgili alınan kararları kendisine sunduk. Okudu. İnceledi. İşçilerin Cuma namazı için bir saat izinli sayılmaları ile ilgili maddeye gelince, o maddenin üzerini çizdi. Hepimiz donup kalmıştık. Sayın Başbakanım diye konuşacak olduk. Bizi konuşturmadı. Tekrar ederek bu maddeyi çıkaracaksınız dedi. Hayal kırıklı içinde Başbakanlıktan ayrıldık. Yine gün oldu. Devran döndü. Özal Cumhurbaşkanı oldu. Bende Belediye Başkanı oldum. Hac sezonunda ben hacca gitmiştim. Özal da hacca gelmişti. Suudi Arabistan da Bayram sabahında bayramlaşmak için yanına gittik. Bayramlaşırken yüzüme baktı. Ve gülümsedi. Bayramlaşma bittikten sonra orada bulunanlar ayaküstü guruplar halinde sunulan ikramları yerken O, beni yanına çağırdı. Ve bana dedi ki: İşçiler ile ilgili aldığınız kararlar için Ankara’ya yanıma geldiğinizde, ben işçilerin Cuma namazı için izinli sayılmaları maddesinin üzerini çizmiştim. Sizde şaşırmıştınız ve hayal kırıklığına uğramıştınız. Bu gün de getirseniz aynı şeyi yaparım. Ben şu anda kimim? Ben Cumhurbaşkanıyım. Benim üstümde kimse var mı? Yok. Ama durum öyle değil.” <br /><br />Durumu takdirlerinize sunuyorum. Ölüm yıl dönümünde onu rahmetle anıyorum.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-86576486456942463292008-04-29T06:37:00.001-07:002012-01-04T10:20:04.753-08:00Merhum Sakıp Sabancı<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUBwG3IaaW8ufA3Du1we6RTUHMeMVEoRPcnrrF-12YD2xSqvS6p1X3KHgnzWWdA1eyL0U6BAqIjJxJfVw2hWX1LISLUrrbxa_UsCeGPyT0-lGkl2WSoFvCPc3hFq74sMV_RlOwRjZDIog/s1600-h/Image037_2.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUBwG3IaaW8ufA3Du1we6RTUHMeMVEoRPcnrrF-12YD2xSqvS6p1X3KHgnzWWdA1eyL0U6BAqIjJxJfVw2hWX1LISLUrrbxa_UsCeGPyT0-lGkl2WSoFvCPc3hFq74sMV_RlOwRjZDIog/s400/Image037_2.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194661019702773410" /></a><br /><br />Sakıp Sabancı,hem aile fertleri hem kurum çalışanları hem de Türk Milleti için önemli bir şahsiyetti. O, sevgi doluydu. Konuşmaları ile hem güldürüyor hem de düşündürüyordu. Onu izlerken insan neşe doluyordu. <br /><br />1933 yılında Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğup Adana ve İstanbul da yaşayan Sakıp Sabancı, 10 / Nisan/ 2004 tarihinde vefat etmiştir. <br />Sabancı, zatürre hastalığı nedeniyle lise eğitimini tamamlayamamış, ancak hayat üniversitesinin bütün bölümlerinde okumuştur.<br />1948 yılında Akbank’ta çalışma hayatına başlamış, 1966 yılında babası Hacı Ömer Sabancı’nın vefatından sonra kardeşleri ile birlikte Sabancı Holding A.Ş. ni kurarak yönetim kurulu başkanlığına getirilmiştir. <br />İş dünyasında dolu dolu bir hayat yaşayan Sabancı, TÜSİAD- TOB- Dünya Türk İş Adamları Konseyi Başkanlığı yapmış, iş dünyasından edindiği tecrübelerini kitaplar halinde yayınlamıştır. <br />Kendisine Türkiye de ve Dünya da birçok kurum ve kuruluş tarafından onur nişanı- şeref nişanı ve fahri doktora unvanı verilmiş, aynı zamanda Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile de ödüllendirilmiştir. <br />O, hem aile fertleri hem kurum çalışanları hem de Türk Milleti için önemli bir şahsiyetti. O, sevgi doluydu. Konuşmaları ile hem güldürüyor hem de düşündürüyordu. Onu izlerken insan neşe doluyordu. <br />Sözleri kendisine hastı. Davranışları kendisine hastı. Düşüncelerini ifade etmesi kendisine hastı. Kendisine özgü tarzı- şivesi ve gülüşleri belleğimize kaydedilmiştir. Renkli ve enercik kişiliği- insanlara yakın tavırları ile halkın “Sakıp Ağası” olmuştur. <br />O, sizden- bizden biriydi. Önemli bir kişiydi. Anadolu kültürünü bağrında taşıyordu. Bazen şöyle söylüyordu: “Anam bizi bir araya toplar, bize mantı yapardı.”<br />O, bütün dünyanın tanıdığı bir kişiydi. Uluslar arası kurumlarla yapılan toplantılarda üretici kişiliği ve straticisi ile her kesimin dikkatini çekmiştir. <br />O, sosyal yardım kurumlarına ve eğitime yaptığı katkılarıyla manevi yönden geleceğine yatırım yapmıştır. Onun bıraktığı başlıca eserler: Sabanı Vakfı- Sabancı Üniversitesi- Sabancı Camii- Sabancı Hastanesi- Sabancı Müzesi- Sabancı Tiyatro Binası- Sabancı Öğretmen evi- Sabancı Kütüphaneleri- Sabancı Okulları- Sabancı Kreşleri v.s. <br />Onun kurduğu fabrika ve şirketlerden sadece Türk Milleti değil dünyanın birçok ülkesi de faydalanmaktadır. Dört Kıtada on altı fabrika kurmuştur. <br />O, bulunduğu Açılış ve toplantıların en gözde simasıydı. <br />İstanbul da 2002- 2003 Eğitim ve Öğretim yılının başlaması ile ilgili bir tören hazırlanmıştı. Programa pek çok tanınmış sima katılmıştı. <br />İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı- İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü- İlçe Kaymakamları- İlçe Milli Eğitim Müdürleri- Okul Müdürleri- Hak İş Federasyonu Başkanı- Ehlibeyt Vakfı Başkanı- Sanatçılardan, Nuri Sesi Güzel- Muazzez Ersoy- Zara- Orhan Hakalmaz- Atena- Basın Mensupları- ve Televizyoncular. Ve Sabancı. <br />Program yapımcısı şöyle demişti. <br />“Biraz sonra Sakıp Sabancı gelecek, etraf birden hareketlenecek.” Evet! aynen öyle oldu. “Halkın Sakıp Ağası” geldi. Etrafa coşku ve neşe geldi. <br />Sakıp Sabancı tedavi için Amerika’ya gitmişti. Orada uzun bir müddet kaldı. Dönüşte şöyle diyordu: “Ülkemi özledim. İstanbul’u özledim. Boğazın iki yakasından gelen ezan seslerini özledim.”<br />İnsanlar doğarlar- yaşarlar ve ölürler. Ebedi âleme göçerler. Ancak bu dünyada eserleri ile yaşarlar. Ölenler bazen başkalarının dirilişine vesile olurlar. <br />Eski manken ve oyuncu Yaşar Alptekin şöyle diyor: <br />“Sakıp Sabancı benim yeniden doğuşuma sebep olmuştur. Gece çalışıyordum. Sabaha yakın eve geldim. Televizyonu açtığımda Sakıp Sabancı’nın vefat ettiğini öğrendim. Birden dondum kaldım. İçimde bir takım duygular meydana geldi. Düşündükçe düşündüm… Ve onun cenazesine katıldım. Ondan sonra benim hayatım değişti. Artık ben İslam’ı yaşayan bir kişi oldum.”<br />Konumuzu onun şu güzel sözleri ile bitiriyorum. <br />“Hırçın olmayın. Güler yüzlü ve tatlı dilli olun. İnsan sevdikçe ve sevildikçe mutlu olur. Manevi dünyanız zengin olsun. Maddi zenginlik sonra gelir.” <br />“Bölüşmeyi- paylaşmayı bilin. Bölüşmek ve paylaşmak kutsal bir iştir. Allah herkese bölüşmeyi paylaşmayı nasip etsin.”<br />“İnsan ölürken yaptıklarına değil, yapamadıklarına pişman olurmuş. Son nefesinizde yapamadığınız şeyler için üzüntü duyun.” <br /><br />Allah kendisine rahmet eylesin.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-57114595498886118882008-04-29T06:35:00.000-07:002012-01-04T10:20:32.259-08:00Milli Futbolcu Okan BurukSporcu kamuoyunun sürekli gündeminde olan, gençlerin örnek aldığı bir insandır. Hele hele milli sporcu, müsabakalarda ve maçlarda Türk Milletini temsil etmektedir. Kötü alışkanlıklardan uzak durmalı, konuşmaları ve davranışları ile herkese örnek olmalıdır. <br /><br />Taraklı Ajans Sitesinde yazı yazmaya başlayalı bir yıl oluyor. Bir yıl önce sizlere “Merhaba” derken değişik konuları “İlmin ışığında” ele alacağımızı belirtmiştim. Bu yazımızda farklı bir konuyu İlmin Işığında değerlendirmek istiyorum. Zaman zaman farklı konuları gündemimize alacağız. <br /><br />Uzun bir sakatlık döneminden sonra golle sahalara dönen eski İnterli- eski Beşiktaşlı- şimdiki Galatasaraylı- Milli futbolcu Okan Buruk hakkındaki görüş ve düşüncelerimi sizlerle sunuyorum. <br /><br />Onun sporculuk yönündeki değerlendirmeyi, bu konuda uzman olan kişilere bırakıyorum. <br /><br />“İlmin ışığında” bir başlıkla bu yazının ne alakası var? Diye düşünmeyin. Çünkü ilim sadece okumak- yazmak- öğrenmek- değildir. İnsanın kendini bilmesi- kendini tanıması- haddini aşmaması- ağır başlı- onurlu- vakarlı olması ilmin ilk basamağıdır. <br /><br />Yunus Emre derki: <br />“İlim ilim bilmektir.<br />İlim kendin bilmektir. <br />Sen kendini bilmezsin <br />Bu nice okumaktır.” <br /><br />Bir panelde birlikte olduğum, Okan Buruk da efendilik- ağır başlılık- erdemli kişilik- insani davranışlar gördüm. Video görüntüleri sizler de dikkatle izlerseniz bunu fark edeceksiniz. ( http://tinypic.com/player.php?v=34ozyg6&s=3 )<br /><br />Atatürk şöyle diyor: <br />“Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.” <br /><br />Sporcu kamuoyunun sürekli gündeminde olan, gençlerin örnek aldığı bir insandır. Hele hele milli sporcu, müsabakalarda ve maçlarda Türk Milletini temsil etmektedir. Kötü alışkanlıklardan uzak durmalı, konuşmaları ve davranışları ile herkese örnek olmalıdır. <br /><br />Bu özelliklere sahip sporcular daima başarılı olmuşlar ve halkın sevgisini kazanmışlardır.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-77883736912868039252008-04-29T06:30:00.000-07:002012-01-04T09:28:53.335-08:00Mevlit Kandili<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi04yoOdafntUMhJ0OF4GDlMPWdtsxwxoMB5v8v77FG2vJoGWPaFFmVDTz5YLtWKc57KvK2N3LBbDaGqdMGicDM47AZJm8QoOLAFNmHpCMajop6Idg6HGWExHudy8Ypux-9O3ebyN1zsAs/s1600-h/PHTO0027.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi04yoOdafntUMhJ0OF4GDlMPWdtsxwxoMB5v8v77FG2vJoGWPaFFmVDTz5YLtWKc57KvK2N3LBbDaGqdMGicDM47AZJm8QoOLAFNmHpCMajop6Idg6HGWExHudy8Ypux-9O3ebyN1zsAs/s400/PHTO0027.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194660147824412306" /></a><br /><br /> /><br />Peygamberimiz, Miladi takvime göre 20 / Nisan / 571 yılında, Kameri aylardan Rabiulevvel ayının 12. Pazartesi günü Mekke’de dünyaya gelmiştir. Onun doğumu insanlığın kurtuluşu ve aydınlık bir geleceğin başlangıcı olmuştur. <br /><br />Peygamberimizin doğduğu asırda dünyada cehalet- zulüm ve haksızlık vardı. Güçlü olan daima haklıydı. İnsanlar köle pazarlarında mal gibi alınıp satılıyor, kadın değersiz ve uğursuz sayılıyordu. İçki aşırı drecede içiliyor, gelecek fala bakılarak belirleniyordu. Mal ve can güvenliği yoktu. <br /><br />Canab-ı Hak, insanoğlu doğru yoldan saptığı zaman onları hidayete sevk edecek mutlaka bir peygamber göndermiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de böyle bir atmosferde dünyaya gelmiştir. <br /><br />“Meryem oğlu Hz. İsa şöyle söylemişti: Ey İsrail oğulları! Ben size gönderilen Allah’ın bir peygamberiyim. Benden önce Tevrat’ın tasdikçisi- Benden sonra gelecek bir peygamberin müjdecisi olarak gönderildim ki, o peygamberin ismi Hz.Muhammed’dir.” (Saf/6) <br /><br />O, Âlemlerin Rabbinden Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Kendisine peygamberlik ğörevinin verilmesiyle asırlara sığmayacak inkılâpları kısa bir zaman içersinde gerçekleştirmiştir. Dünyaya insanlık-adalet ve medeniyeti getirmiştir. <br /><br />O, yüzyıllarca gerçekleştirilemeyen hukuku-hürriyeti-eşitliği-demokrasiyi ve insan haklarını bir solukta dünyaya yerleştirmiştir. Cehalet asrı, saadet asrına dönüştürmüştür. <br /><br />Peygamberimiz sadece bir kavme bir millete peygamber olarak gönderilmemiştir. O, bütün insanlığa gönderilen evrensel bir peygamberdir. <br />“Biz seni bütün insanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik”.(Sebe/28) <br />Bütün insanlık âlemine rehber olarak gönderilen bir peygambere ümmet olmak bizler için ne büyük bir şereftir. <br />Bütün varlıklar onun dünyaya gelişini coşku ve sevinçle karşılıyor. Süleyman Çelebi onun dünyaya gelişini şöyle tasvir ediyor: <br />“Yaratılmış cümle oldu şaduman,<br /> Gam gidip âlem yeniden buldu can. <br /><br />Cümle zerrati cihan edüp nida, <br />Çağrışu ben dediler ki merhaba, <br /><br />Merhaba ey! Ali sultan merhaba,<br />Merhaba ey! Kani irfan merhaba.” <br /><br />İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen sevgili peygamberimizin doğum yıldönümünü kutlamak, onun yüksek ahlakını anlamak ve onun sünnetine uymakla mümkün olur. <br />Bu gece Müslümanlar arasında büyük bir coşku ile kutlanmakta, sevgili peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Onun ahlak ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak en asli gayemizdir. İşte o zaman onun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanabiliriz. <br /><br />Kandil geceleri İslam’ın ilk zamanlarında yoktu. Hicretin üçüncü asrından sonra kutlanmaya başlanmıştır. Türklerde ise ikinci Selim’den itibaren kutlanmış, minarelerde kandiller yakılmıştır. Bundan dolayı böyle mübarek gecelere kandil gecesi denilmiştir. <br /><br />Peygamberimizin dünyaya teşriflerini anarken onun üstün şahsiyetini ve güzel ahlakını tanımaya, getirdiği evrensel mesajı anlamaya çalışalım. Mevlit kandilinin aydınlığı ile gönüllerimizi aydınlatalım. <br /><br />Gününüz aydın olsun! Gönlünüze huzur dolsun! Duanız kabul olsun! Kandiliniz mübarek olsun!İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-41008069520162547162008-04-29T06:28:00.000-07:002012-01-04T10:24:10.640-08:0018 Mart Çanakkale Zaferi<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpBMUeFBjkUY7lZtqAqnVJNWqIsbASJCaiF6Nc9UvB_crQq745wwJUIyhlJOgHf5P9in_2fQsyqAxJxLwG6O6UtmtPf1TV9z0XG-eorNWXwxO58_JH6Naq1Y-Zfv-ziwQdIeILpDgK74Y/s1600-h/canakkale_abide_.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpBMUeFBjkUY7lZtqAqnVJNWqIsbASJCaiF6Nc9UvB_crQq745wwJUIyhlJOgHf5P9in_2fQsyqAxJxLwG6O6UtmtPf1TV9z0XG-eorNWXwxO58_JH6Naq1Y-Zfv-ziwQdIeILpDgK74Y/s400/canakkale_abide_.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194658966708405890" /></a><br /><br />Birinci Dünya Savaşı, Almanya- Avusturya- Macaristan- Bulgaristan ve Osmanlı Devleti'nin meydana getirdiği İttifak Devletleri ile bunların karşısında yer alan İngiltere- Fransa ve Rusya'nın meydana getirdiği İtilaf Devletleri arasında olmuştur. <br /><br /> <br /><br />Avusturya Veliahdı'nın Saraybosna'da bir Sırp fedaisi tarafından öldürülmesi, savaşın başlamasına sebep olmuştur. <br /><br /> İtilaf devletlerin gayesi, gemilerini boğazlardan geçirerek müttefikleri Rusya'ya yardım etmek; boğazları kendi kontrollerine almaktı. <br /><br />İngiliz ve Fransızlar, Çanakkale Boğazı'nın girişine gemilerini yığarak savaş için her şeyi planlayıp hesaplamışlardı. <br /><br />Genel taarruzdan bir gün önce düşman mayın tarama gemileri, Türk gemileri tarafından denize döşenen mayınları toplamışlar; başkumandanlarına boğaz sularının mayınlardan temizlendiğini bildirmişlerdi. Fakat o gece, Nusret adlı küçük bir Türk gemisi boğazı tekrar mayınlamayı başarmıştı. <br /><br />Her şeyin planlandığı gibi olduğunu zanneden düşman, 17 Mart 1915'de Çanakkale Boğazı'na hücuma geçmiş, patlayan mayınlarla Mehmetçiğin kahramanlığı, Türk milleti'nin cesurluluğu düşmanı hayal kırıklığına uğratmıştır. Çanakkale geçilmezdi ve geçilmedi, Yıl 18 Mart 1915. <br /><br />Bu savaşta Türk askeri, silah- cephane ve teknik imkânlar bakımından zayıftı. Ama bugüne kadar ülkesi uğrunda canını- kanını feda etmekten çekinmemişti. Vatanını- bayrağını- şeref ve namusunu düşmana çiğnetmemişti. <br /><br />Çanakkale Savaşı'nda Mehmetçik Allah için- Peygamber için- Ecdadı için savaştı. Bedir Savaşı şehitlerinin rütbesine ulaşmaya çalıştı. Savaşın acısını ruhunun derinliklerinde hisseden Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, o günleri şöyle tasvir ediyor: <br />"Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? <br />En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,<br />Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya, <br />Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, <br /><br />Eski Dünya, Yenidünya, bütün akvamı beşer, <br />Kaynıyor, kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer. <br />Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk, <br />Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. <br /><br />Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela, <br />Hani tauna da züldür, bu rezil istila…<br />Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; <br />O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer... <br /><br />Çanakkale'de, 250 bine yakın şehit verdik. Fakat Çanakkale'yi ve Çanakkale Boğazı'nı düşmana vermedik. Düşmanlarımız İngiliz ve Fransızlar, kendilerine yardım edenler de bir o kadar ölü verdiler. <br /><br />Çanakkale Savaşında peygamberlikten sonra en büyük makam olan şehitlik makamına yükselen Aziz askerlerimize şair yine şöyle sesleniyor: <br /><br />“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! <br />Gökten ecdat inerek öpse o pak anlı değer. <br />Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor TEVHİD' i… <br />BEDR' in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi... <br /><br />Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? <br />“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın. <br />Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, <br />Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.” <br /><br />Kuran’ı Kerim de şehitler için şu müjde veriliyor: "Cenabı Hak, Cennet mukabilinde Müminlerin canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, harp meydanında şehit ve gazi olurlar. Allah'ın bu öyle vadidir ki, Tevrat'ta da İncil'de de Kuran'da da beyan dilmiştir.” (Tevbe/111)<br /><br />Peygamber Efendimiz de, şehitler için şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz karınca ısırınca ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de ölüm acısını ancak o kadar duyar." (Riyazüssalihin/ 2 / 558) <br /><br />Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde tüm şehitlerimizi rahmetle- minnetle- şükranla anıyoruz. Ruhlarına El-Fatiha… AMİNİÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-32730662897229736682008-04-29T06:25:00.000-07:002012-01-04T10:23:47.031-08:00Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZ0ebKrwJdQCDoLj1KbTGzT0sLpzuRBLcDrS8TaFoa_T-OdqhkcIi317Uca5X3GCIjIAQ0UIF_1FNIKsumMcgeAmeaff6TCscZvur9sHSCK3KKMhybFEECR7SdmfB13MYlPhxOuRBJ-g0/s1600-h/bayrakakifersoynr8.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZ0ebKrwJdQCDoLj1KbTGzT0sLpzuRBLcDrS8TaFoa_T-OdqhkcIi317Uca5X3GCIjIAQ0UIF_1FNIKsumMcgeAmeaff6TCscZvur9sHSCK3KKMhybFEECR7SdmfB13MYlPhxOuRBJ-g0/s400/bayrakakifersoynr8.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194658421247559282" /></a><br /><br />r. <br /><br />Mehmet Akif Ersoy 20/Aralık/ 1873 yılında İstanbul Fatih’te doğmuş, 27/ Aralık/ 1936 yılında yine aynı kentte vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı mezarlığındadır. O, Arapça- Fransızca ve Farsça bilirdi. İstiklal Marşını yazan şair olması nedeniyle Milli Şair olarak isimlendirilir. Mehmet Akif aynı zamanda büyük bir düşünce ve fikir adamıdır. Birinci dönem Burdur milletvekilliği yapmıştır. En büyük eseri safahattır. <br /><br />Büyük şair Mehmet Akif Ersoy’un dünyasının merkezinde Kuran vardır. O, Süleymaniye ve Fatih camilerinde verdiği vaazlarda Kuran’ı anlatmıştır.” Süleymaniye Kürsüsünde- Fatih Kürsüsünde” isimli kitaplar onun eserleri arasındadır. <br /><br />Bakınız O, Kuran’la ilgili ne söylüyor: <br /> “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı,<br /> Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.” <br /><br />Cumhuriyet döneminde Kuran’ı Kerim’in tercüme ve tefsirine ihtiyaç duyulur. Tercüme yapma işi Mehmet Akif Ersoy’a, tefsir yapma işi de Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a verilir. Mehmet Akif yaptığı tercümeyi ne hikmetse daha sonra yakarak imha eder. <br /><br />Mehmet Akif, yaşadıkları ve yazdıkları ile insanlara güzel örnek olmuştur. O, örnek kişiliği- büyük azmi- mücadelesi ve eserleri ile asla unutulmayacaktır. İstiklal ruhu yaşadığı müddetçe, o da yaşayacaktır. <br /><br />1914 yılında başlayan birinci dünya savaşına dünyanın belli başlı devletleri katılır. Dört yıl süren savaş sonunda birlikte olduğumuz devletler yenilir. Savaş kurallarına göre bizde yenilmiş sayılırız. Ülkemiz, İngilizler- Yunanlılar- Fransızlar- İtalyanlar tarafından paylaşılır. <br /><br />Tarih boyunca bağımsız yaşamış olan Türk Milleti boyunduruk altına giremezdi. Çünkü istiklali olmayanın istikbali de olmazdı. Yurdun dört bir tarafından gelen ulus temsilcileri 23 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal’in önderliğinde Ankara’da Büyük Millet Meclisinde toplanır. Meclis ulusal kurtuluş savaşını başlatır. <br /><br />Doğudan Dadaşlar- Batıdan Efeler- İç Anadolu’dan Seymenler- Güney Doğudan Sütçü İmam önderliğindeki halk düşmana karşı koyar. Öte yandan düzenli ordular da İnönü’de- Sakarya’da- Dumlupınar’da düşmanı bozguna uğratır. <br /><br />Kurtuluş savaşının en heyecanlı günlerinde, toplumu bir araya getirmek ve ortak milli duyguları canlandırmak amacıyla bir milli marş yarışması düzenlenir. Bu yarışmaya 724 şiir katılır. Yarışmaya para ödülü olduğu için önce katılmayan Mehmet Akif Ersoy, Maarif vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ısrarı üzerine Türk Ordusuna adadığı şiiriyle yarışmaya girer. Sonuçta onun duygu yüklü şiiri birinci olur. 12 / Mart / 1921 tarihinde Milli Marş olarak kabul edilir. Bu şiir daha sonra Osman Zeki Öngör tarafından da bestelenir. Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşının Türk Milletine ait olduğunu belirterek onu Safahat’ına almaz. <br /><br />İstiklal Marşı on kıta olup ilk iki kıtası Milli Marş olarak söylenir. <br /><br />Birinci kıtada Mehmet Akif, Türk Milletine sesleniyor. Ona cesaret ve metanet vermek, onda bulunan duyguları harekete geçirmek için “Korkma!” diye hitap ediyor. Ülkede tek bir insan kalıncaya kadar bu ülkenin savunulacağını, bacası tüten en son ocak kalıncaya kadar bu şafaklarda bayrağın dalgalanacağını söylüyor. Bayrak Türk Milletinin parlayan yıldızı, bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi Türk Milletinin istiklalini kaybetmesidir. <br /><br />İkinci kıtada bayrağa sesleniyor. Ülke işgal edilmiş, bazı bölgelerde bayrak indirilmiş, yerine düşman bayrakları asılmıştır. Bayrak kırgın-kızgın ve öfkelidir. Bayraktaki hilal de nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Türk Milletinin özlemi gülen bir bayraktır. Türk Milleti Allah’a inandığı için özgürlük onun tabii hakkıdır. <br /><br />Mehmet Akif Ersoy’a hasta yatağında iken derler ki: “Üstat! Bize yeni bir İstiklal Marşı daha yazar mısın?” <br /><br />Mehmet Akif Ersoy der ki: “Allah, bu Millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” <br /><br />Diyorum ki: “Evet! Allah, bu Millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın. Çünkü İstiklal Marşı öyle bir atmosferde- öyle bir ortamda yazılmıştır ki, Allah bir daha o günleri göstermesin.” <br /><br />Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle- minnetle- şükranla anıyorum.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-82583648705050540942008-04-29T06:22:00.000-07:002012-01-04T10:21:58.809-08:00Yasin - Tebareke - Amme<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4Q1J_d0Xm5JGkasZ45Yj8sgh02OIgGQDStQZGZyyfuc1mc0wVuL9DEt3rXPXOt-lV9uc-WWteTJBsmhde52zUu5uK6zbS0vwM3KDrCFl4Y8ZlOCTbSpftt2g587NKA40-QGmHxlWejsQ/s1600-h/tebareke.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4Q1J_d0Xm5JGkasZ45Yj8sgh02OIgGQDStQZGZyyfuc1mc0wVuL9DEt3rXPXOt-lV9uc-WWteTJBsmhde52zUu5uK6zbS0vwM3KDrCFl4Y8ZlOCTbSpftt2g587NKA40-QGmHxlWejsQ/s400/tebareke.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5194657407635277410" /></a><br />Kur’an’ı Kerim son kitaptır. Son ilahi mesajdır. O bir hayat nizamıdır. Onda hayatın düzenine ait yasalar vardır. Onda her bilginin şifresi ve anahtarı vardır. O ölülerin kitabı değil, dirilerin kitabıdır. <br /><br />Yasin- Tebareke (Mülk) ve Amme (Nebe) Kur’an’ı Kerim’in 114 suresinden üçüdür. Müslümanlar arasında özel bir yeri ve önemi vardır. Halkımızla bu sureler o kadar özdeşleşmiştir ki bazen şöyle söylenir: “Yasin okutacağız- Tebareke’ye gidiyoruz- Amme’yi okuyuver.” <br /><br />Bu sureler hastalara okunur. Ölülere okunur. Doğanlara okunur. Cuma akşamları okunur. Mübarek gün ve gecelerde okunur. Ev toplantılarında okunur. <br /><br />Yasin- Tebarake ve Amme sureleri hicretten önce Mekke’de indirilmişlerdir. <br /><br />Yasin suresi: Kur’an’ı Kerim’in 36. suresi olup 83 ayettir. Adını başındaki “Ey İnsan!” manasına gelen “Ya Sin”den alır. <br /><br />Tebareke suresi: Kur’an’ı Kerim’in 67. suresi olup 30 ayettir. Adı “Mülk” suresidir. Bu adı ilk ayette geçen “Mülk” kelimesinden alır. Halk arasında “Tebareke” suresi olarak da isimlendirilir. <br /><br />Amme suresi: Kur’an’ı Kerim’in 78. suresi olup 40 ayettir. Adını ikinci ayetteki “Haber” manasına gelen “Nebe” kelimesinden alır. Halk arasında “Amme” suresi olarak da isimlendirilir. <br /><br />Bu surelerin önemi ve fazileti ile ilgili peygamberimizin birçok hadisi şerifleri vardır. İşte onlardan bazıları: <br /><br />“Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’nın kalbi de Yasin’dir. Kim Yasin’i okursa, Allah ona on defa Kur’an okumuş kadar sevap ihsan eder.”(Tirmizi) <br /><br />“Kur’an’ı Kerim’de otuz ayetlik bir sure vardır. Bu sure kendisini okuyan kimseye kıyamet gününde şefaat eder. O sure de Mülk suresidir.”(Ebu Davut) <br /><br />“İkindi namazından sonra Nebe suresini okuyan kimsenin Canab-ı Hak kıyamet günü günahını azaltır.”(Tirmizi)<br /><br />Neden bu üç sure beraber anılmaktadır? Neden bu surelerin okunması tavsiye edilmiştir? Bu surelerin özelliği nedir? <br /><br />Bu üç surede değişik ve önemli konular anlatılır. Ancak bu üç surenin ortak bir noktası vardır. Bu üç surede evrenin düzenine dikkat çekilir. Yeryüzünden ve gökyüzünden bahsedilir. <br /><br />İşte o ayetlerden bazılarını dikkatinize sunuyorum: <br /><br />YASİN SURESİNDEN:<br /><br />“Ölü olan toprak insanlar için bir ibrettir. Biz o kuru toprağı yağmurlarla sulayıp ona hayat verdik. İnsanların yemeleri için o topraktan hububat çıkardık. Orada çeşitli bitkilerle donatılmış bahçeler meydana getirdik. Onların sulanması içinde akarsu ve nehirler oluşturduk. Ki bunların mahsulünden ve kendi yetiştirdiklerinden yesinler. Gece insanlar için bir ibrettir. Gündüzü geceye çeviririz. Birden karanlıkta kalırlar. Güneş kedi ekseni etrafında döner. Ayın da kendine ait yörüngesi vardır. Ne güneş ayın önüne geçebilir; nede gündüz gecenin önüne geçebilir. Hepsi de bir kanuna tabidir.”(Yasin/33-40) <br /><br />MÜLK SURESİNDEN:<br /><br />“Gökyüzünü yedi kat tabaka halinde yaratan Allah’dır. O’nun yaratıklarında bir düzensizlik görmek mümkün değildir. Biz semayı kandil gibi ışık veren yıldızlarla donattık. O semada kanat çırparak uçan dizi dizi kuşları görmez misiniz? Söyleyin bakalım: Yağan yağmurlarla beslenen yer altı sularınız kuruyacak olsa, artık size kim su sağlayabilir”.(Mülk/3-4-5-19-30) <br /><br />NEBE SURESİNDEN:<br /><br />“Yeryüzünü bir beşik- dağları da onun içinde direk yarattık. Sizleri de çift çift eş olarak yarattık. Uykunuzu da dinlenme vakti yaptık. Geceyi de bir örtü yaptık. Gündüzü de geçiminiz için çalışma zamanı yaptık. Üstünüze yedi kat gök bina ettik. Oraya parlayan yıldızlar yerleştirdik. Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl yağmur indirdik. Onlarla taneler- bitkiler- sarmaş dolaş olmuş bahçeler meydana getirdik.”(Nebe/6-16) <br /><br />Yüce Allah bu ayetlerde evren ile ilgili çok anlamlı beyanlarda bulunuyor. Bize evrendeki olağanüstü sahneleri ve ilahi sanat güzelliğini sunuyor. <br /><br />İnsan evrenden gelen sinyalleri algılamaya hazır olduğun zaman: Gözler evrenin güzelliğini- görkemini temaşa etmeye doymaz. Kalpler dolaysız gelen ilhamı- mesajları algılamaktan bıkmaz. Akıl evrenin ince düzenini- ince sistemini düşünmekten yorulmaz. Çünkü evrende muazzam bir düzen ve kusursuzluk vardır.<br /><br />Daha düne kadar ilim Güneşin ve Ayın sabit olduğunu söylüyordu. Oysa Kur’an bundan 1400 sene önce Yasin suresinin 38. ve 39. Ayetlerinde güneşin ve ayın kendi ekseni etrafında döndüğünü beyan etmişti. <br /><br />Mülk suresinde yerin ve göğün yedi tabakadan meydana geldiği belirtiliyor. Bugün yeryüzünde iki tabaka biliniyor. O da yeryüzü tabakası ile madenleri oluşturan yer altı tabaksıdır. Gökyüzünde ise iki tabaka biliniyor. Biri hava tabakası, diğeri de atmosfer tabakasıdır. <br /><br />Nebe suresinde yıldızlardan- gece ile gündüzün oluşumundan- yeryüzü şekillerinden- bitki örtüsünden- bulutlardan- yağmurun yağmasından bahsediliyor. <br /><br />Kur’an’ı Kerim son kitaptır. Son ilahi mesajdır. O bir hayat nizamıdır. Onda hayatın düzenine ait yasalar vardır. Onda her bilginin şifresi ve anahtarı vardır. O ölülerin kitabı değil, dirilerin kitabıdır.<br /><br />Bu konuda sözlerin en güzelini Milli Şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy söylemiştir: <br /><br />“İnmemiştir hele Kur’an, şunu hakkiyle bilin; <br /><br />Ne mezarlıkta okunmak, nede fal bakmak için.”<br /><br />Geliniz! Yasin- Tebareke ve Amme surelerini çok okuyalım. Okudukça ilahi mesajları düşünelim. Düşündüklerimizi de analiz edelim. Emeğimiz karşılığı verilecek sevabı da geçmişlerimize bağışlayalım.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-38766649612547013852008-02-19T07:51:00.000-08:002012-01-04T10:23:03.397-08:00Mazide KalanlarBu video görüntüleri 1984 yılında Akçapınar köyünde okunan bir Mevlit programında çekilmiştir. Aradan yirmi dört yıla yakın bir zaman geçmiştir. Mazide kalan bu görüntüleri sunarak sizleri geçmişe götürmek istiyorum.<br /><br /><object width="425" height="355"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/3UwvzEj754M&rel=1"></param><param name="wmode" value="transparent"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/3UwvzEj754M&rel=1" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="355"></embed></object><br /><br />Bu görüntülerde Akçapınar köyü- Duman köyü- Hacıaliler köyü- Pirler köyü- Karaahmetler köyü- Çamtepe köyü- Cansızlar köyü- Gökçeözü köyü- Gerişler köyü- Narzanlar köyü ile Taraklı ilçe merkezinde yaşayan veya rahmetli olan insanlarımız vardır. <br /><br />Bu video görüntülerini dikkatle izlerseniz mutlaka bir tanıdığınızı bir sevdiğinizi görürsünüz. Bu kimselerden bazıları bugün aramızda yoktur. Ebedi âleme göçüp gitmişlerdir. <br /><br />Her başlangıcın bir sonu, her çıkışın da bir inişi vardır. Bir gün gelecek kâinattaki bu muazzam düzen bozulacak. Güneş- Ay ve Yıldızlar kararacak. Hayat son bulacaktır. İşte buna kıyamet denir. <br /><br />Dünyaya gelen her canlı bir gün mutlaka ölecektir. Her insanın ölümü kendisi için kıyametin kopmasıdır. İnsan nerede- ne zaman- nasıl öleceğini bilemez. <br /><br />Kuran’ı Kerim’ de şöyle buyrulur: <br /><br /> “Beş şey vardır ki, o beş şeyin bilgisi Allah’ın ilminde saklıdır: <br /><br />1-Kıyametin ne zaman kopacağını ancak yüce Allah bilir.<br />2-Yağmurun nereye- ne zaman- ne kadar yağacağına O, karar verir. <br />3-Anne rahmindeki çocuğun geleceğine ait bilgileri ancak O,bilir <br />4-İnsanın başına yarın neler gelecek- neler olacak yine O, bilir. <br />5-İnsanın nerede- ne zaman öleceğini Ondan başka bilen yoktur.” (Lokman / 34) <br /><br />Dünya misafir hanedir. İnsanlar da bu dünyada misafirdir. Misafir gittiği yerde uzun süre kalmaz. İnsanlarda dünyada ebedi kalmazlar. Dünyaya gelen her insan bir gün bu dünyadan mutlaka göçüp gider.<br /><br />Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ecel geldiği zaman ne bir saat geri kalır, ne de bir saat ileriye gider.” (Yunus / 49)<br /><br />Bu dünyadan ne saltanat sahipleri, ne mülk sahipleri göçüp gitmişlerdir. Ne sevgi dolu insanlar, ne muhabbeti tatlı insanlar aramızdan ayrılmışlardır. <br /><br />Bakınız Yunus Emre ne söylüyor: <br /><br />Dünyadan göçüp gidenler, <br />Ne gelirler ne bir haber verirler.<br />Üzerinde türlü türlü otlar bitenler,<br />Ne gelirler ne bir haber verirler. <br /><br />Ölenler eserleri ve hatıraları ile yaşarlar. Bu kısa dünya hayatında dostça- kardeşçe yaşayalım. Kimseye kötülük etmeyelim. Kimseye buğuz etmeyelim. Kin- nefret- haset ve düşmanlıktan uzak duralım. Ey Allah’ın kulları! Gelin dost kalalım. Kardeş olalım. <br /><br />Bu görüntülerde olup da bu gün aramızda olmayan, mazide kalan bu tanıdığımız ve sevdiğimiz kimseleri Rahmetle – Minnetle- Şükranla anıyorum. Ruhlarına Fatiha…..AMİN…İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-79179429807902018382008-02-19T07:48:00.000-08:002012-01-04T10:25:12.751-08:00İnsanlık Tarihi ve Darwin Teorisi<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEY6u1qZOeZkxVcagpBy79LnFARvD68ugwKiB58jVCDkd6VF35L4-m8tnT9wrImv2K1QOCu70qh_PuYkye6QB4XNG0IBct-bCNwWYj9R8GEtJW-0wFRswRmSUJViCceMPoNPrZaaqJERM/s1600-h/Cicek.JPG"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEY6u1qZOeZkxVcagpBy79LnFARvD68ugwKiB58jVCDkd6VF35L4-m8tnT9wrImv2K1QOCu70qh_PuYkye6QB4XNG0IBct-bCNwWYj9R8GEtJW-0wFRswRmSUJViCceMPoNPrZaaqJERM/s400/Cicek.JPG" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5168719106525816242" /></a><br /><br />Kutsal dinlere göre ilk insan Hz. Âdem’dir. Yüce Allah onu topraktan yaratmıştır. Uyum sağlaması için özünün de yeryüzünün elementlerinden olmasını dilemiştir. <br /><br />İnsanoğlu yerin her tarafından alınan toprak cinslerinin birleştirilmesiyle yaratılmıştır. Bundan dolayı insanlar değişik karakterler taşımaktadır. Kendilerinde bulunan toprak miktarlarına göre insanların kimi kırmızı- kimi beyaz- kimi siyah- kimi bunların arasında bir renktedir. Huy bakımından da kimi yumuşak- kimi sert- kimi kötü- kimi de iyidir.<br /><br />Allah insanı mükemmel ve en güzel bir biçimde yaratmış, onu yaratırken de toprağı çeşitli hal ve safhalardan, bir evrim sürecinden geçirmiştir. <br /><br />Evrim: Kademe kademe oluşan bir değişim ve gelişimdir. İnsanın iki unsuru vardır. Su ve toprak. Yeryüzünün 3/4 sudur. İnsanın da vücudunun 3/4 sudur. <br /><br />Toprağın su ile karıştırılıp, şekil ve suretin tamamlanmasından sonra Hz. Âdem’e can ve ruh verilmiştir. Bundan sonra insanoğlunun soyu kendi sulbünden, Hz. Âdem’den devam etmiştir. <br /><br />Kuran’ı Kerim de insanın yaratılışı şöyle anlatılır:<br /><br />“Biz ilk insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu bir sistem halinde döl suyu damlasıyla korumalı bir yuvaya (rahme) yerleştirdik. Sonra bu döl suyu damlasından hücreyi yarattık. Sonra bu hücreden cenini; ceninden de kemikleri yarattık. Sonra da kemiklere et giydirip onu mükemmel bir varlık haline getirdik. Öyleyse yaratanların en büyük ustası olan Allah ne kadar yücedir.”(Müminun / 12-14) <br /><br />İnsanoğlunun yaratılış ile ilgili çeşitli efsaneler üretilmiş, tarih boyunca kurulan medeniyetler insanın orijinalini bulmaya çalışmışlardır. Tüm türlerin ortak bir canlıdan meydana geldiğine, zamanla değişime uğradığına dair bir nazariye ortaya atılmış, adına da Evrim Teorisi denilmiştir.<br /><br />Tarihi eski Yunan’a -Antik çağa kadar dayanan Evrim Teorisi, 19.yüzyılda yaşayan İngiliz doğa bilimcisi Darvin tarafından ileriye sürülmüş bir nazariyedir.150 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen dünyada tartışma meydana getiren, bilim tarihin de ayrılıklara, tartışmalara yol açan biyolojik bir teoridir. Konu insan olunca bu teori her kesimi, her alanı etkilemiş; ispatlamaya çalışanlar olduğu gibi çürütmeye çalışanlar da olmuştur. <br /><br />Evrim Teorisi, deney ve gözleme dayanan bir teori değildir. Çünkü evrim için çok uzun bir süreç gerekmektedir. Böyle uzun bir süreç de hiçbir zaman deney veya gözleme dayanmaz. Evrim Teorisi’nin, Newton kanunu gibi kesinleşmiş bir yapısı yoktur. <br /><br />Evrim Teorisi, hem Hıristiyan hem Yahudi hem Müslümanlarca yaratılışı inkâr manasına geldiğinden kabul edilmemiş, din ve bilim otoritelerince karşı çıkılmıştır. <br /><br />Evrim Teorisinin ortaya çıktığı asırda ilim ve teknoloji zamanımızdaki kadar ilerlememişti. O dönemde hücre, canlının en küçük yapısını teşkil eden obje olarak biliniyordu. Oysa hücrenin içinde ondan daha küçük DNA moleküllerinin olduğu tespit edilmiştir. <br /><br />Eğer Evrim Teorisinin öne sürdüğü gibi bir türden diğer bir türe geçiş var ise, bu değişikliği yapan faktörlerin açıklanması gerekir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi canlıların temel maddesi hücrelerde bulunan DNA molekülleridir. Bir canlının tüm karakterleri DNA yapısında saklıdır. İnsan vücudu ile ilgili tüm bilgiler burada kodlanmıştır. DNA çok hassas bir yapıya sahiptir. DNA’yı bozacak bir dış etki, canlıyı olumsuz bir şekilde etkiler ve DNA’sının bozulmasına yol açar. Bu da canlının ölümüne sebep olur. <br /><br />Türlerinin birbirine dönüşmesi imkânsızdır. Çünkü doğa da böyle bir güç yoktur. Doğa dediğimiz olgu: Taşı-toprağı -havayı -suyu oluşturan bütün bilinçsiz atomların bir toplamıdır. Bunca cansız madde yığının bir solucanı oluşturacak; sonrada onu bir balığa çevirecek; sonrada onu karaya çıkarıp sürüngen yapacak; sonrada onu uçan kuş yapacak; en sonunda insana dönüştürecek bir güce sahip değildir. Bu güne kadar yeryüzünde canlıların evrimleştiğine dair tek bir gözlenmiş delil yoktur.<br /><br />Darvin Teorisinin fosil kalıntıları ile kanıtlanabileceği öne sürülmüş, ancak birçok biyolojik ve evrensel faktörlerin bu fosillerde deformasyonlara yol açacağı unutulmuştur. <br /><br />Sonuç olarak diyorum ki: Nazariye halinde olan Darvin Teorisi dünyadaki birçok bilim adamınca kabul edilmemiştir. <br /><br />Kutsal dinlerin beyan ettiği gibi insanoğlu Hz. Âdem’den meydana gelmiş; Hz. Âdem’de topraktan yaratılmıştır. İnsanın topraktan yaratıldığına dair birçok bilimsel delil vardır. <br /><br />Toprağın içinde bir takım elementler vardır. Toprakta demir vardır, kalsiyum vardır, fosfor vardır, magnezyum v.s. vardır. İnsanın yapısı incelendiği zaman aynı elementlerin insanın yapısında da olduğu görülür. Rahatsızlanıp doktora gittiğimiz zaman Doktor: “Sende demir eksikliği var-sende kalsiyum eksikliği var” der. Ve ilaç verir. <br /><br />Yukarıda da belirttiğimiz gibi toprakta bir takım renkler vardır. Kırmızı toprak vardır-siyah toprak vardır-beyaz toprak vardır. Aynı renkler insanlarda da İnsan toprakla hayatını devam ettirir. Geniş düşündüğümüz zaman her şey ya direk ya da endirekt topraktandır. İnsan toprakla beslenir- toprakla yaşar- toprağa döner. <br /><br />İnsan ölünce ruh bedenden ayrılır. Ona kimse sahip çıkmaz olur. Annesi babası ve bütün sevdikleri onu biran önce yerine göndermek isterler. Daha fazla bekletemezler. Onu toprağa gömerler. Böylece insan da hakiki dostuna kavuşur. Aslına dönüşür. <br /><br />İnsanoğlu artık şöyle söyler: “Benim sadık yârim kara topraktır.”İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com15tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-90567459257511046162008-02-19T07:45:00.000-08:002008-02-19T07:47:52.804-08:00Hocaların Hocası<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfsEpt4R63ohyphenhyphenPj8TXaWEHgttPdu0r05ulpQSytgH58nVTtav6Q_VB5zmGzfwooGS-oPR_wJtqPiHUp48DWgkGrXYi6k83G42obE2QaJSvwfyP1KDOfP0DNhYraR4B34gaG4DS_KdNFUo/s1600-h/mehmet_akbulut_dedem_090707.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfsEpt4R63ohyphenhyphenPj8TXaWEHgttPdu0r05ulpQSytgH58nVTtav6Q_VB5zmGzfwooGS-oPR_wJtqPiHUp48DWgkGrXYi6k83G42obE2QaJSvwfyP1KDOfP0DNhYraR4B34gaG4DS_KdNFUo/s400/mehmet_akbulut_dedem_090707.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5168718247532357026" /></a><br /><br />İç ve dış düşmanlar tarafından yıkılan Osmanlı Devletinin yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, Ülke de yenilik ve kalkınma hareketleri başlamıştı.<br /><br /><object width="425" height="355"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/w4Qhop7_oH0&rel=1"></param><param name="wmode" value="transparent"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/w4Qhop7_oH0&rel=1" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="355"></embed></object>Dini bilimlerle Pozitif bilimlerin bir arada verildiği Medreseler kapanmış, yerine üniversiteler açılmıştı. <br /><br />1949 yılına kadar Türkiye de dini eğitim veren eğitim kurumları yoktu. Halkın dini eğitim ihtiyacı son medrese mezunu hocalar tarafından karşılanıyordu.<br /><br />Yazımıza “Hocaların Hocası” diye başladığımız Rahmetli Mehmet Akbulut hoca efendi, 1895 yılında doğmuş, iyi bir dini eğitim görmüştür. <br /><br />Bölgesinde: “Duman Köylü Koca Hafız veya Duman Köylü Hafız Dayı” olarak tanınırdı. Dini bir konuda bilgisine başvurulacak tek kişiydi. <br /><br />Birinci dünya savaşını, kurtuluş savaşını, ikinci dünya savaşını görmüş, almış olduğu dini eğitimle yaşadığı bölgede halkı aydınlatmış ve birçok talebe yetiştirmiştir.<br /><br />O, Hayır cemiyetlerinde ve mevlitlerde halka vaaz veren, halkı irşat eden tek kişiydi. Mütevazı bir kişiydi. Feraset sahibiydi. Sevilirdi, sayılırdı. <br /><br />Halk dini bir konuda tereddüde düştüğü zaman: “Bu konuyu Duman Köylü Koca Hafız Dayıya soralım” derlerdi. <br /><br />Bir asrın üzerinde yaşayan rahmetli hocamız, 23 Temmuz 1998 yılında vefat etmiştir. <br /><br />İslam dini ilime çok önem vermiş, bilenlerle bilmeyenlerin bir tutulamayacağını vurgulamış, peygamberimiz de âlimi övmüştür.<br /><br />O, buyurmuştur ki: “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.”<br /><br />Ölüm yıl dönümünde biz de hocamızı rahmetle- minnetle- şükranla anıyoruz <br /><br />Sizlere 1984 yılında Akçapınar köyünde bir mevlitte çekilmiş onun video görüntülerini sunuyoruz…İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-51853609775508743962008-02-19T07:40:00.001-08:002012-01-04T10:25:37.091-08:00İstanbul'un Fethi<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjn7xDDuxMkBYNO1UHFSBAqErqXnOevqMtGunhSW64gwRRXnlS9EhMMaTBwxtn64ZROnbA9p6jBf3GCL0IW4c6xqTub7lu8Ahz6VPAJsVhb9MGwa0nw4YZGC6Rdj8THlk_XxPij2V8qV0/s1600-h/fatih.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjn7xDDuxMkBYNO1UHFSBAqErqXnOevqMtGunhSW64gwRRXnlS9EhMMaTBwxtn64ZROnbA9p6jBf3GCL0IW4c6xqTub7lu8Ahz6VPAJsVhb9MGwa0nw4YZGC6Rdj8THlk_XxPij2V8qV0/s400/fatih.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5168716735703868818" /></a><br /><br />Miletlerin kendilerine mahsus milli bayramları ve zaferleri vardır. Bu bayramlar, o milletin diğer milletlere karşı kazandığı zaferlerdir. <br />İstanbul’un fethi de böyle bir zaferin neticesidir.<br /><br />Asırlar önce, İstanbul ile ilgili Peygamberimiz, Efendimiz şöyle buyurmuştu:<br />“Kostantiniyye (İstanbul), elbette fetih olunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan, O’nun askeri ne güzel askerdir.” (1)<br />Bu övgüyü kazanmak, bu müjdeye nail olmak için, İstanbul Müslümanlar tarafından defalarca kuşatılmış, fakat bir türlü alınamamıştır. İlk sefer Emevi Halifesi Mesleme bin Abdülmelik zamanında yapılmıştır. Bu sefere sahabelerden bazıları da katılmıştır.<br />Bunlardan biri de (Eba Eyüp El- Ensari) Eyüp Sultan Hazretleridir. <br /><br />Kur’an-ı Kerim’de düşmana karşı savaşma konusunda şöyle buyuruluyor:<br />“Ey iman edenler, düşmana karşı hazırlığınızı görün ve silahlarınızı takınarak savaşa hazır olun da, birlikler halinde savaşa çıkın yahut toptan seferber olun.” (2)<br />Aradan seneler geçmiş, takvimler 29 Mayıs 1453’ü gösteriyordu. Günlerden Salı. Osmanlı İmparatorluğu’nun başına geçen yirmi bir yaşındaki II. Mehmet şöyle diyordu:<br />“Ya ben Bizans’ı alırım, Ya Bizans beni.”<br />Genç hükümdar boğazdan gelecek tehlikeleri önlemek, düşman gemilerini kontrol etmek için boğaza bir hisar yapmaya karar vermiş; projeyi de bizzat kendisi hazırlamıştır. Bu projenin üsten görünüşünde Muhammed yazıyordu. Adı Rumeli Hisar’ı olan bu eser, dört ay gibi kısa bir zamanda bitirilmiştir. Rumeli Hisarı’nı gören yabancılar, bunun dört ay gibi kısa bir sürede bitmesinin mümkün olamayacağını, burada olağanüstü bir durumun olduğunu söylüyorlar. <br />Osmanlı İmparatorluğu’nun genç hükümdarı II. Mehmet, dünya tarihinde bir ilki gerçekleştirerek, bir gecede Türk gemilerini Dolmabahçe koyundan, Beyoğlu tepelerinden, Kasımpaşa kıyılarından Haliç’e indirmiştir. Sabahın erken saatlerinde Türk gemilerini Haliç’te gören Bizanslılar şaşırmıştır. <br />Diğer taraftan asrın en büyük topları imal edilmişti. Bu toplar da Edirnekapı ve Topkapı surlarını dövüyordu. Açılan deliklerden Osmanlı Ordusu şehre giriyor, şehir karadan ve denizden kuşatılarak İstanbul’ un fethi gerçekleşiyordu.<br />Bu kuşatmada kahraman asker Ulubatlı Hasan elindeki sancağı surlara dikerek şehitlik mertebesine ulaşmıştır. <br /><br />Şehitlik Peygamberlikten sonra gelen en yüce makamdır. Aziz şehitlerimize milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy şöyle sesleniyor:<br /><br />“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,<br />Sana ahucunu açmış duruyor Peygamber.”<br /><br />Şehir adını da değiştirerek teslim olmuştu. Konstantiniyye İstanbul adını almıştı.<br />1 Haziran 1453’te II. Mehmet’in bir ahitnamesi ile teslim olan şehir nüfusunun büyük bir bölümü ile temel yapılar Osmanlı idaresine geçmiştir. <br />Bu ahitname ile halka “Aman”, yani İslam dinine göre Sultan’ın yemini ile can ve mal güvenliği verilmişti. II. Mehmet, şehre hemen bir Voyvoda ve Kadı atayarak kenti doğrudan doğruya Osmanlı idaresine bağlamıştır.<br /><br />Bu tarihte şehirde Cenevizliler, Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler vardı. <br /><br />Bizans temsilcileri, şehrin anahtarlarını teslim etmek için Osmanlı Ordusu’nun bulunduğu yere gelmişler, Akşemsettin ve Molla Gürani gibi büyüklerin hükümdar olacağını tahmin ederek anahtarları onlara vermek istemişlerdi. Fakat bu ulu kişiler kendilerinin hükümdar olmadığını, yanlarında bulunan yirmi bir yaşındaki genç hükümdar II. Mehmet’i göstererek hükümdarın O olduğunu söylemişlerdir. <br /><br />Kendisine anahtarları teslim etmeye gelen elçiye genç hükümdar şöyle diyordu:<br /><br />“Evet, hükümdar benim, Padişah benim, Fatih benim. Fakat beni yetiştiren, beni Fatih yapan hocalarımdır. Ben onların eseriyim. “ (3)<br /><br />Evet, hoca ile talebe arasındaki saygıya ve nezakete bakınız. <br />Yirmi bir yaşındaki genç II. Mehmet, Fatih Sultan Mehmet Han unvanını almıştı. Bir devir kapanıyor, bir devir açılıyordu. Orta Çağ kapanıyor, Yeni Çağ açılıyordu. <br /><br />Fatih Sultan Mehmet ile yükselmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu, tarihte altı yüz sene cihan hâkimiyeti kurmuştur. Bu hâkimiyetin en büyük sebebi adalettir.<br /><br />Fatih Sultan Mehmet kendi adına bir cami yaptırmak ister. Caminin ustalarından biri de Rum’dur. Bu usta caminin sütunlarında bir değişiklik yapar. Durum kendisine bildirilen Fatih Sultan Mehmet, bilgi verilmeden böyle bir değişiklik yapıldığı için Rum Usta’nın elinin kesilmesine hükmeder. Rum Usta mahkemeye başvurur. Davaya Kadı Hızır Efendi bakar. Davalı ve davacıyı mahkeme salonuna çağırır. Fatih Sultan Mehmet içeriye padişah havası içerisinde girerek orada bulunan sandalyeye oturmak ister. Mahkeme başkanı kadı Hızır Efendi: <br />“Lütfen ayağa kalkınız, siz şu anda sanık durumundasınız. Burası adalet divanıdır.” diyerek padişahı uyarır.<br />Her iki tarafın ifadesi alındıktan sonra karar okunur. Fatih Sultan Mehmet haksız bulunarak Rum Usta’nın elini kestirdiği için, kısasa kısas onun da elinin kesilmesine karar verilir. Herkes müteessir olmuştur. Araya vezirler, âlimler girerek Rum Usta’yı kısastan vazgeçirmeye çalışırlar. Sonunda Rum Usta ikna olur. Tazminat karşılığında davadan vazgeçer. Hüküm, nafaka ve tazminata çevrilerek neticelenmiş olur. <br /><br />Kadı Hızır Efendi, Rum Usta’ya ve çocuklarına yetecek kadar günlük 50 akçe ile hayatlarının sonuna kadar nafaka ödenmesine, elinin kesilmesiyle cemiyet içerisinde itibarının kaybolmasından dolayı bir defaya mahsus olmak üzere yüz akçe tazminat ödenmesine karar verir.<br />Mahkeme bittikten sonra Fatih Sultan Mehmet, Kadı Hızır Efendi’nin makamına girer ve der ki:<br />“Bak, Kadı Hızır Efendi, beni padişah diye iltimas etseydin, belimdeki şu kılıçla başını uçuracaktım.”<br /><br />Kadı Hızır Efendi de şu cevabı verir:<br /><br />“Sen de padişahım diye gururlanıp, kararlarıma muhalefet edip, mahkemenin huzurunu bozsaydın, adaletin kutsiyetini çiğneseydin, (oturduğu postun altındaki hançeri göstererek) bunu kalbine saplardım.” (4)<br /><br />İşte Osmanlı İmparatorluğunu altı yüz sene ayakta tutan bu anlayıştır, bu adalettir.<br /><br />Fatih Sultan Mehmet âlim di, mühendis di, şair di. <br /><br />Şu güzel mısralar ona aittir.<br /><br />“Dini İslam’ın mücerret gayretidir gayretim,<br /><br />Ehli küfr-i serte ser kahr eylemektir niyyetim.<br /><br />Lütfi Hak’tandır human ümmid-i feth-ü nusretim,<br /><br />Hamdulillah var gazaya sadhezaran rağbetim.” (5) <br /><br />İSTANBUL’UN FETHİNİN DÜNYADAKİ SONUÇLARI:<br /><br />1-Ortaçağ kapanmış, Yeniçağ açılmıştır.<br />2-Osmanlı Devleti İmparatorluk olmuştur.<br />3-Doğu Roma İmparatorluğu sona ermiştir.<br />4-Avrupa’da Reform hareketleri başlamıştır.<br />5-Fatih Sultan Mehmet ve ordusu peygamberimizin övgüsünü kazanmıştır.<br /><br />(1)Camiussağir, Cilt:2, Sayfa:104<br />(2) Nisa Suresi. Ayet:71<br />(3) Kültür Bakanlığı Göynük Akşemsettin Türbesi Notları.<br />(4) İslam Ahlakı notları, Prof. M. Yaşar Kandemir.<br />(5) Fatih'in şiirleri, Sayfa:81İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-19155545193103201892008-02-19T07:35:00.000-08:002012-01-04T10:42:41.005-08:00Yeşil Dünyamız<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8qlc5z4omQT2N8ZbJQzVGUAoidhm4p7DiFe3b56oNXya2E60ZOpz214euFA67W1l6DBdsJ3H2RX0cZciIdR2CMNTxxdnvcs97RvvFW7hlUH3e43hxUT_Q_aEMdWAmAfTgLg0DK5ryq0Q/s1600-h/arka1.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8qlc5z4omQT2N8ZbJQzVGUAoidhm4p7DiFe3b56oNXya2E60ZOpz214euFA67W1l6DBdsJ3H2RX0cZciIdR2CMNTxxdnvcs97RvvFW7hlUH3e43hxUT_Q_aEMdWAmAfTgLg0DK5ryq0Q/s400/arka1.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5168715481573418370" /></a><br /><br />Dünyanın hızla sanayileştiği, ülkelerin stratejik silahlar alanında birbiriyle yarıştığı çağımızda, insanlığı büyük bir sıkıntı bekliyor. <br />Bu sıkıntı açlık sıkıntısıdır, bu sıkıntı kıtlık sıkıntısıdır.<br />Bu sıkıntı tarım sıkıntısıdır, bu sıkıntı ağaç ve orman sıkıntısıdır.<br /><br />Dünya nüfusunun artması, kullanılan tarım arazilerinin azalması, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir husustur. <br /><br />Tarım arazilerine fabrikalar kuruluyor, yeşillikler ve ormanlar sorumsuzca yok ediliyor. <br /><br />Tarih boyunca büyük uygarlıklar, verimli topraklar üzerine kurulmuştur. Vatanının, toprağının kıymetini bilmeyen milletler yıkılmış, büyük uygarlıklar tarihe karışmıştır. Tarihe baktığımız zaman bunun örneklerini görebiliriz.<br /><br />Orta Asya’da büyük devletler ve uygarlıklar kurmuş olan Türkler, topraklarını korumadıkları, ormanlarının kıymetini bilmedikleri için verimsiz kalan yurtlarını bırakarak dünyanın dört bir tarafına göç etmek zorunda kalmışlardır. Orta doğuda kurulan uygarlıkların yıkılmasının nedenlerinden biride, topraklarının verimsiz hale gelmesidir. <br /><br />Yeşil bir alan, insanın ruhunu dinlendirir. Küçük bir ağaç yorulan bir insanı gölgesinde barındırır. Açan bir bitki, kokan bir çiçek, kuşların kelebeklerin mekanı olur.<br /><br />Orman kara toprağın yeşil elbisesidir. Son baharın gelmesiyle yeşil elbisesini çıkaran doğamız, baharın gelmesiyle bu elbisesini yeniden giyer. Rengarenk açan çiçekler, ağaçlar Allah’ın varlığının, birliğinin delilidir.<br /><br />Dünyamıza renk ve can veren, toprağın kalbi, dağların ruhu olan ağaçlar, Yüce Allah’ın bizlere birer lütfü ve ihsanıdır. Güzel yurdumuzun çayları, dereleri, nehirleri, kenarlarındaki ağaçlar, insan ruhunu okşayan , bir görünüş ve güzelliğe sahiptir. <br /><br />Rüzgarın etkisi ile sallanan yapraklar, akarsularla beslenen ağaçlar, insanı bir takım düşüncelere götürür. Yıllanmış ağaçlar, ecdadımızın azametini ve haşmetini tasvir eder. Ağaca ve ormana büyük önem veren Ecdadımız, “Yaş kesen, baş keser.” demişdir. <br /><br />İslam dini, tarım ve ormancılığa büyük önem vermiştir. Cenab-ı Hak, yeryüzünü her türlü bitki ve her türlü ağaçlarla donatmış, o bitki ve ağaçlardan insanlara bir takım ihsanlarda bulunmuş, her şeyi insanoğlunun emrine sunmuştur. <br /><br />Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:<br /><br />"Allah, yeryüzünü insanlar için yaratmıştır. Orada meyveler, salkım salkım hurma ağaçları, yapraklı taneler, güzel kokulu otlar vardır. Ey insanlar ve cinler, öyleyse Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?” (1)<br /><br />“Yeri yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her şeyi bir ölçüye göre bitirdik, orada hem sizin için hem de rızkını temin edemeyeceğiz kimseler için, geçimlikler meydana getirdik. Hiçbir şey yoktur ki, hazinesi bizim yanımızda olmasın. Biz onu, ancak belli bir ölçüye göre indiririz. Rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik de, yukarıdan (yağmur halinde) su indirdik. Sizi onunla suladık. Yoksa siz onu biriktiremezdiniz.” (2)<br /><br />"İnsan yiyeceğine bir baksın, doğrusu suyu bol bol indirmekteyiz. Sonra yeryüzüne iyice yaymakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları, sık ve bol ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.” (3)<br /><br />İnsanoğlunun ben bu fidanı dikeceğim, yetiştireceğim de meyvesinden ne zaman istifade edeceğim, ömrüm buna yetecek mi? Ben bundan sonra kimin için çalışacağım, yiyecek olanlar diksinler, yetiştirsinler gibi düşünceleri İslam’a ters düşmektedir. <br /><br />Peygamberimizin şu sözleri herkes tarafından bilinmektedir: <br /><br />“Kıyametin kopacağını haber alsanız bile, elinizde bir fidan varsa, onu dikmekten vazgeçmeyin.” <br /><br />Başka bir Hadis-i Şeriflerinde:<br /><br />“Kim ki bir ağaç diker ve onu yetiştirirse, meyvesinden elde edilen her şeyde kendisi için Allah katında bir sadaka vardır.” (4) buyururlar.<br /><br />Bir adam ceviz ağacı dikmekte olan Ebud-Derda (R.a.)’ya şöyle demiştir:<br /><br />“Bu ağaç şu kadar yılda meyvesini vermeyeceğine, sen de ihtiyarlayacağına göre hala ağaç mı dikiyorsun?” Ebud-Derda der ki:<br /><br />“Meyvesini başkası yer, sevabını ben alırım.” (5)<br /><br />Abbasi Halifesi Harun Reşit, bir gün halkını teftişe çıkar. Ağaç diken bir ihtiyara rastlar ve ona sorar:<br /><br />“Bu ağacı dikiyorsun, meyvesinden istifade edebilecek misin, ömrün buna yetecek mi?” Bunun üzerine ağaç diken adam: <br /><br />“Benden öncekilerin diktiği ağaçlardan ben istifade ettim. Benim diktiğimden de, benden sonrakiler istifade etsinler.” <br /><br />Bu cevap Harun Reşit’in çok hoşuna gider ve o yaşlı adama bir kese altın verir. Bunun üzerine yaşlı adam der ki: <br /><br />“İşte gördünüz mü? Diktiğim ağaç meyvesini anında verdi.”<br /><br />Konu ile ilgili sevgili Peygamberimiz de şöyle buyuruyorlar: <br /><br />“Dünyasını ahireti için, ahiretini de dünyası için terk eden kimse, sizin hayırlınız değildir. Şüphesiz ki dünya ahirete götüren bir vasıtadır. (Bu vasıta aleminde) insanlara yük olmayınız. ” (6)<br /><br />Topraklarımızı süsleyen, ağaçları sevmek, onları korumak, her Müslüman’ın görevidir. Onları kesmek ve yok etmek, dünyevi ve uhrevi bir cezayı gerektirir. <br /><br />Yapılan istatistiklere göre, orman yangınların yüzde 36’sı bilinçli olarak meydana gelmektedir. Tarla açmak için yapılan yangınlar, plansız ve düzensiz kesimler ormanların yok olmasının en büyük faktörleridir. <br /><br />Toprağa dikilen her ağaç, ülkenin nüfus kütüğüne bir insan yazmak gibidir. Bir Müslüman her orman yangınında, en yakın dostunu kaybetmiş kadar üzüntü duymalıdır. Ormanlar bütün ulusun malıdır. Varlığından milletçe neşe, yokluğundan ulusça üzüntü duymalıyız. <br /><br />Ormanlarımız, Cenab-ı Hak’ın kilitsiz hazinelerdir. Ormanı bekçi ile değil, sevgi ile korumalıyız. Her ağaç, gizli bir çeşme, hayata bağışlanmış yeşil bir anıttır.<br /><br />Ormanlar, Yüce Allah tarafından yazılmış, en derin anlamı olan biricik kitaplardır.<br /><br />Ağaçlar, her yaprağında anlamlı cümleler taşır. En güzel yağmur duası, memleketi ağaçlandırmak suretiyle Allah’a yapılan duadır. Konumuzu Peygamberimizin şu hadisi ile bitiriyoruz:<br /><br />“Herhangi bir Müslüman, bir ağaç diker de, bundan insan, hayvan veya kuş yerse yenen her şey kıyamete kadar o Müslüman için sadaka olur. (7)<br /><br />(1) Rahman Suresi, Ayet 10-13<br />(2) Hicr Suresi, Ayet 19-22<br />(3) Abese Suresi, Ayet 24-31<br />(4) Ahmet bin Hamel, İslam’da Helal ve Haram, Sayfa 141<br />(5) Ahmet bin Hamel, İslam’da Helal ve Haram, Sayfa 141<br />(6) Camiussağir, Cilt 2, Sayfa 215 <br />(7) Riyazüssalihın Tercümesi, Cilt 1, Sayfa 168İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-41692655222396655042008-02-19T07:32:00.001-08:002008-02-19T07:34:56.527-08:00Düşünmek İbadettir<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2-VwE4hV9FWN9Eh_6y2_aSU0TMDUvQZev6xup-em3-cj_3w3T8RZkmroSScAfxOf_tw-HiYtIulYIX26vfEsyIZPsuvHcbYtdMH4zW-9u82751nv14xSXew7b5752zWA-alKXLBBDjM0/s1600-h/Question.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2-VwE4hV9FWN9Eh_6y2_aSU0TMDUvQZev6xup-em3-cj_3w3T8RZkmroSScAfxOf_tw-HiYtIulYIX26vfEsyIZPsuvHcbYtdMH4zW-9u82751nv14xSXew7b5752zWA-alKXLBBDjM0/s400/Question.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5168715039191786866" /></a><br /><br />Düşünce, aklımızın gücü, mantığımızın parçasıdır. <br />Düşünce, çalışma ve planlamanın alt yapısıdır.<br />Düşünce, dış dünyamızın belleğimizde şekillenmesidir. <br />Düşünce, insanı diğer canlılardan ayıran bir özelliktir.<br /><br />Düşünmek, insanı bilgiye ulaştırır. Bilginin başı düşünmektir. İnsan hem olumlu, hem olumsuz düşünceye sahiptir. İnsan olumsuz düşünceyi, olumlu düşünceye çevirmesini bilmelidir. Olumlu düşünce mutluluğa, olumsuz düşüce mutsuzluğa götürür. İnsan doğru düşünce ile hedefine ulaşır.<br /><br />Her şeyin temelinde yüce yaratıcının düşüncesi vardır. Düşünmek ibadettir. Peygamberimiz buyuruyor:<br /><br />“Bir saatlik düşünme, bin yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır.”<br /><br />Düşünme bir felsefedir. Felsefe de düşünme bilimidir. <br /><br />Başlangıçta bütün bilimler felsefenin içindeydi. Zamanla felsefeden ayrılarak bağımsız bilim haline geldiler. <br /><br />Felsefe, Tales ve Sokrat’la başlamış, Eflatun ve Aristo ile gelişmiştir.<br /><br />Dekart diyor ki: “Düşüyorum, öyleyse varım.” Var olan insanı da, bir var eden vardır. O da varlıklar ötesi varlık, üstün varlık Allah’tır. Allah, varlıkların ötesinde ve üstündedir. Doğmamıştır, doğrulmamıştır. Onun eşi ve benzeri yoktur. Bütün varlıklar onun eseridir.<br /><br />Kuran-ı Kerim’de bazı ayetlerin sonunda insanoğlu düşünceye davet edilir. Hz. İbrahim peygamber de, Allah’ın varlığına düşüncesiyle ulaşmıştır. Kral Nemrut, halkını sindirmiş, kendini tanrı olara kabul ettirmiştir. Hükümdarın ilahlığını kabul etmeyen İbrahim peygamber, arayış içine girmiş; gün batmış; karanlık çökmüş; yıldızlar ortaya çıkmıştır. Yüce kudretin yıldızlar olabileceğini düşünmüş, biraz sonra ay doğmuş; yüce kudretin ay olabileceğini düşünmüş; sabah olmuş güneş doğmuş; yüce yaratıcının güneş olabileceğini düşünmüş; akşam olmuş, tekrar yıldızlar doğmuş aynı düzene dönülmüştür. İbrahim peygamber büyük bir yanılgı içinde olduğunun farkına varmış ve demiştir ki: “Ben yıldızları da ayı da güneşi de yaratan, onların ötesinde üstün bir varlığa inanıyorum. Oda benim yaratıcım ve benim İlahım.”<br /><br />İslam dünyasında büyük düşünürler yetişmiştir. Bunlardan Farabi, İbni Rüşt, İbni Sina ve Harezmî; felsefe- mantık- fizik- matematik- astronomi ve tıp alanında verdikler eserlerle sembol olmuşlardır. <br /><br />Farabi, İslam felsefesinin kurucusu olup alanında bir ekol olmuş; İbni Rüşt, Avrupa’da en çok tanınan filozof olup orta çağ Hıristiyan dünyasında kendisi ile ilgili bir akım meydana getirmiş; Uluğbey, Bağdat Nizamül Mülk medresesinde ilk uzay çalışmasını başlatmış; Harezmî, ise Cebir ilmininin kurucusu olmuştur. <br /><br />İlim şarkta doğmuş ve gelişmiş, garp da meyvelerini vermiştir. Bazı İslami eserlerin batı dillerine çevrilmesiyle, Avrupa’da Reform ve Rönesans hareketleri başlamış, hatta bu eserlerden bazıları 19.yy. başlarına kadar Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. <br /><br />Konuyu peygamberimizden bir haberle bitirmek istiyorum.<br /><br />Peygamberimiz yanında birkaç sahabe ile birlikte yürürken yolun kenarında bir adamı gördüğü halde selam vermeden geçip gider. Dönüşte aynı yerden geçerken adama selam verir. <br /><br />Yanındakiler sorarlar: Ya Rasülellah! <br /><br />— Giderken niçin selam vermediğiniz halde, dönüşte adama selam verdiniz? <br /><br />Peygamberimiz buyurdu ki: <br /><br />—O kişi, biz giderken tembel uyuşuk bir vaziyette oturuyordu. Dönüşte baktım ki, toparlanmış elinde bir çomakla toprağa bir şeyler çiziyor. Belli ki düşünüyor. Düşünmek, çalışmanın başlangıcıdır. <br /><br />Netice olarak diyoruz ki:<br /><br />İNSAN BÜYÜK VE OLUMLU DÜŞÜNMELİDİR.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-22395568422572822582008-01-09T01:03:00.000-08:002012-01-04T10:30:06.630-08:00Muharrem Ayı ve Aşure Günü<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMjNA9HQyQikOzhvzNs5S04pRN8H9gA2JsSIBwJK3k2ihDP0ovLCHcP6f8-2mWVU7dSS_pOoPfFHtP06zxAyX7os2uYSy_dD99jrJYjt223wQpxVhefs_t_oYvJaSSfBDZ1vQbeNybZRY/s1600-h/hzibrahim.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5153400898341571714" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMjNA9HQyQikOzhvzNs5S04pRN8H9gA2JsSIBwJK3k2ihDP0ovLCHcP6f8-2mWVU7dSS_pOoPfFHtP06zxAyX7os2uYSy_dD99jrJYjt223wQpxVhefs_t_oYvJaSSfBDZ1vQbeNybZRY/s400/hzibrahim.jpg" border="0" /></a><br />Tarih boyunca insanlar sosyal - ekonomik işlerini düzenlemek için takvimi bulmuşlar,bunu yaşantılarına koymuşlardır.<br /><div><br />Takvim: Güneş- dünya ve ay hareketlerinin esas alınmasıdır. Tarihi kaynaklara bakıldığında takvim ilk defa Mısırlılar tarafından kullanılmıştır. Tükler ise ilk defa “12 Hayvanlı Türk Takvimini” kullanmışlardır. </div><br /><div><br />Osmanlı Devletinde Tazminata kadar Hicri Takvim kullanılmış, Tazminatla birlikte Rumi takvimin kullanılmasına geçilmiş, Cumhuriyet döneminde ise 1925 yılında Miladi Takvimi kullanılmaya başlanmıştır.</div><br /><div><br />1- Hicri Takvim: Peygamberimizin Mekke’den - Medine’ye hicreti halife Hz. Ömer zamanında hicri takvimin başlangıcı kabul edilmiş, Muharrem ayı da bu takvimin ilk ayı olarak alınmıştır. Ay yılını esas alır. </div><br /><div><br />2- Rumi Takvim: Romalılar tarafından kullanıldığı için Rumi Takvim olarak isimlendirilmiştir. Mart ayı bu takvimin ilk ayı olarak kabul edilmiştir. Güneş yılını esas alır.</div><br /><div><br />3-Miladi Takvim: Hz. İsa peygamberin doğumu başlangıç alınmıştır. Papa XIII Gregorius tarafından hazırlanmıştır. Ocak ayı bu takvimin ilk ayı olarak kabul edilmiştir. Güneş yılı esas alınır. </div><br /><div><br />Bizim kültürümüzde Muharrem ayının - Aşure gününün önemli bir yeri ve önemi vardır. Muharrem ayı, Kur’an-ı Kerim de adı geçen aylardan biridir.<br />Şöyle buyrulmaktadır: “Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gün yürürlüğe koyduğu evrensel yasalar sistemine göre, katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü (Zilkade-Zilhicce-Recep-Muharrem) haram aylardandır. Bu en doğru hesaptır. Sakın bu aylarda konmuş yasakları çiğneyerek kedinize zulmetmeyiniz.”(Tövbe/36) </div><br /><div><br />Muharrem ayının onuncu gününe Aşure günü denir. Aşure: Arapça on manasına gelen aşara kelimesinden türemiştir. aşure günün de bir takım olaylar meydana gelmiştir.</div><br /><div><br />Allah birçok duaları Aşure gününde kabul etmiştir. Kıyametin Aşure gününde kopacağı rivayet edilmiştir. Bugün de Allah’ın on peygamberine on değişik ikramda ve ihsanda bulunduğu beyan edilmiştir. </div><br /><div><br />1- Hz. Âdem’in (a.s.) tövbesi bugünde kabul edilmiştir.<br />2- Hz. Nuh’un (a.s) gemisi karaya bugünde oturmuştur.<br />3- Hz. Musa (a.s.) Firavun’un şerrinden bugünde kurtulmuştur.<br />4- Hz. Davut’un (a.s.) tövbesi bugünde kabul edilmiştir.<br />5- Hz. Yunus (a.s) balığın karnından bugünde kurtulmuştur.<br />6- Hz. Yusuf (a.s.) atılan kuyudan bugünde kurtulmuştur.<br />7- Hz. Yakup (a.s.) Hz. Yusuf’a bugünde kavuşmuştur.<br />8- Hz. Eyüp (a.s.) hastalığından bugünde şifa bulmuştur.<br />9- Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail bugünde doğmuştur.<br />10-Hz. İsa (a.s.) bugünde göğe yükseltilmiştir.(Sahih-i Müslim Şerhi, 6: 140)<br /></div><br /><div>Böylesine manalı ve kutsi hadiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün, Müslümanlarca hep kutlanmıştır. Aşure günü, Yahudi ve Hıristiyanlarca da kutsaldır. Hz. Hüseyin (a.s.) da bugünde şehit edilmiştir.<br /></div><br /><div>Muharrem ayında özellikle Aşure gününde Aşure tatlısı yapılır. Dostlara -akrabalara- komşulara ikram edilir. Tatlı yenilir- tatlı konuşulur. Dostluklar pekişir. Komşuluk ilişkileri kuvvetlenir.Aşurenin içindeki çeşitli gıdalar birleşerek tek yiyecek oluşturduğu gibi,onu yiyenler de tek yürek olurlar. <br /></div><br /><div>Aşure ile ilgili rivayetler Hz. Nuh (a.s.) dayandırılır. Nuh (a.s.), tufandan sonra gemide kalan yiyecekleri karıştırıp bir çorba hazırlamıştır. Bundan dolayı bazı yörelerimizde Aşure tatlısına, Aşure Çorbası denir. Aşure bir ibadet değil, bir gelenektir.<br /></div><br /><div>Yeni Hicri yılınız ve Aşure gününüz mübarek olsun. Yeni Hicri yıl dünyaya huzur ve barış getirsin.</div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-45152192454646058862007-12-28T06:54:00.000-08:002012-01-04T10:39:37.343-08:00Mevlana<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXq7Xu-P2JF5mwJPn7VWUvTrPTfBSa5wWavE9x-f9AIThASVp-m0KD2Pww6lg7-ZB1kFZtWUKftDcZNnWxoXklc_zgt4ge1W0jRflE2rfRwpF9Wjzp1bndm7o70zoSBCdDJDaOdT8-_XQ/s1600-h/Mevlana.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5149037598115892338" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXq7Xu-P2JF5mwJPn7VWUvTrPTfBSa5wWavE9x-f9AIThASVp-m0KD2Pww6lg7-ZB1kFZtWUKftDcZNnWxoXklc_zgt4ge1W0jRflE2rfRwpF9Wjzp1bndm7o70zoSBCdDJDaOdT8-_XQ/s400/Mevlana.jpg" border="0" /></a> 2007 yılı UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu) tarafından Mevlana yılı olarak kabul ve ilan edilmişti.<br />Mevlana Celaleddin-i Rumi, 1207 yılında Horasan’da doğmuş- 1273 yılında Konya’da vefat etmiştir. İlk derslerini Sultanü’l- Ulema (Bilginler Sultanı) olarak isimlendirilen babası Bahaeddin Veled’den almış, düşünceleri Şems-i Tebrizi ile şekillenmiştir.<br />Selçuklular döneminde yaşayan Hz. Mevlana, tüm insanlığı kuşatan düşüncesi ve evrensel mesajıyla yaşadığı çağı aşarak günümüze ulaşmış gönül insanıdır.<br />Günümüzü yüzyıllar öncesinden görebilen engin hoş görüşü ve sevgisi ile dünya da hayranlık uyandıran büyük bir düşünce insanıdır.<br />O, felsefesini sevgi-hoşgörü-doğruluk-dürüstlük-iyilik gibi değerler üzerine kurmuştur. Onun güzel sözleri çağımız da insanların gönlüne yerleşmiş, düşüncesini şiirlerle anlatmıştır. Onun en büyük eseri mesnevisidir. O Mesnevi de şöyle der:<br />“Cömertlikte akarsu gibi ol, Merhamette güneş gibi ol, Ayıpları örtmede gece gibi ol, Asabiyette ölü gibi ol, Alçak gönüllülükte toprak gibi ol,Hoş görüde deniz gibi ol,Ya olduğun gibi ol, Ya göründüğün gibi ol.”<br />Mevlana’ya göre Allah’a ulaşmanın yolu ilahi aşktan geçer. O, Sema ederken tüm dünya ile aşkta birleşmiştir. Ellerinden birini gökyüzüne, diğerini yeryüzüne çevirirken Allah’tan aldığını insanlığa sunmuştur. Başka bir ifade ile Hak’tan aldığını halka sunmuştur. Neyden çıkan ses, ruhun aslına dönüşünün sesidir.<br />Mevlana 17 Aralık 1273 tarihinde güneş batarken bu âlemden öteki âleme göç etmiştir. Ölümünü doğum günü olarak nitelendirdiği için, onun ölüm yıl dönümü doğum günü olarak kabul edilir. Mevlana'ya göre ölmek, Allah'a kavuşmaktır. Sevdiğine ulaşmaktır. Onunla bütünleşmektir. Onun ölüm gecesi vuslat gecesidir. O geceye düğün gecesi anlamına gelen “Şeb-i Aruz” denilmektedir.<br />Her sene 17 Aralık’ta Konya da Mevlana için Şeb-i Aruz törenleri yapılır. Yapılan bu törenlerden birine katıldığımızda şunu gördüm. Salonda Türklerden çok yabancı turistler vardı. Konuşmalardan sonra sema gösterileri başlayınca, salonda derin bir sessizlik başladı. O muhteşem manzara karşısında yabancı turistler ellerindeki fotoğraf makineleri ve kameralarla o anı tespit etmeye çalışıyorlardı. Her türlü milletten insanın olduğu bu manzarayı görünce aklıma, Mevlana’nın o evrensel mesajı geldi.<br />O insanlığa şu çağrıyı yapmıştı:<br />“Gel, gel ne olursan ol, yine gel! İster putperest- ister ateşperest ol, yine gel!Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da, yine gel Bizim dergâhımız Ümitsizlik dergâhı değildir.”<br />İşte Mevlana’yı Hz. Mevlana yapan bu çağrıdır. İşte Mevlana’yı evrensel değer yapan bu düşüncedir. İşte Mevlana’yı 2007 yılına taşıyan bu felsefedir. <br />Neden? Çağımızda Mevlanalar- Yunus Emreler- Hacı bayram Veliler- Hacı Bektaşi Veliler- Akşemsettinler- Hoca Ahmet Yeseviler yetişmiyor.<br />Çünkü toplum bu değerleri yetiştirecek düzeyde değildir. Bu velilerin yetişmesi için, toplumun bu değerlerin yaşadığı asırdaki insanların ruh olguluğuna ulaşması lazım.<br />Hz. Mevlana’yı doğumunun 800. yılında rahmetle- minnetle – şükranla anıyorum. Gönlünüz Mevlana’nın gönlü gibi geniş olsun.<br /><div></div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-29327337219782742832007-12-25T08:07:00.000-08:002012-01-04T10:31:56.789-08:00Kurban Bayramı<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHR6Jgtqk7c58Wm4YiKC0j2-cYEa9ujBVHwQN_WmH5mBBXDpWMRqUBqBUFrA_QOUrNAHZyzeP_uAgO8oEKqY8pDiT4t0pTDF_t1zEdSAROtCSeiGtnRQ3kLZMrM2vfaffXNLrbWDg3sT8/s1600-h/cicek.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5147942999930702946" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHR6Jgtqk7c58Wm4YiKC0j2-cYEa9ujBVHwQN_WmH5mBBXDpWMRqUBqBUFrA_QOUrNAHZyzeP_uAgO8oEKqY8pDiT4t0pTDF_t1zEdSAROtCSeiGtnRQ3kLZMrM2vfaffXNLrbWDg3sT8/s400/cicek.jpg" border="0" /></a> Kurban insanlık tarihi ile beraber başlamış, tarih boyunca çeşitli kültürlerde bir ibadet olarak uygulanmıştır. İnsanoğlu var olduğundan beri kurban kesilmektedir. İlahi ve batıl dinlerin hemen hemen hepsinde kurban kesilir. İlk kurban, Hz. Âdem’in oğulları Habil ile Kabil tarafından kesilmiş ve Allah’a sunulmuştur.<br /><br />İslamiyet’te kurban temel inançlarının başında gelir. Kurban, Allah’a manen yaklaşmak için ibadet niyetiyle hususi bir vakitte kesilen hayvana denir.<br />Kuran’ı Kerim de şöyle buyrulmaktadır:<br />“Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (Kevser /2)<br />“Kurbanların ne etleri, ne de kanları hiçbir zaman Allah’a ulaşmaz. Ancak sizden ona yalnız takvanız (saygınız ) ulaşır.” (Hac /37 )<br />Kurban, bizi Hz. İbrahim’in itaatine - Hz. İsmail’in teslimiyetine- Hz. Hacer’in sabır ve tevekkülüne ulaştırır. Allah’a sığınarak sıkıntılarımıza çözüm bulma yollarını gösterir. Bundan dolayı insanlar önemli işlerinde kurban keserler ve kurban adarlar. Böylece kurban insanın psikolojik yapısında- toplumun sosyolojik yapısında olumlu etkiler meydana getirir.<br />Kurban kesmek bizi, Allah’a yaklaştırır, çevremizle kaynaştırır ve bizi mutluluğa ulaştırır. Kesilen kurbanlar nedeniyle bayramda ekonomik hayat canlanır. Kurban kesen kimse, kurbanını ihtiyaç sahibi insanlarla paylaşır. Bu vesilesi ile fakirler sevinir. Böylece kurban kültürümüzün bir parçası haline gelir.<br />Bayramlar, sevinç ve neşe günleridir. Bu günlerde sevinçli ve güler yüzlü olmalıyız. Bayramlar, maddi ve manevi zenginliklerin, insanların üzerine yağdığı günlerdir. Bayram günlerinde toplumun şuuru bütünleşir, fertler birbiriyle kaynaşır.<br />Bayramların, hem dini hayatımızda, hem de toplumsal hayatımızda çok önemli bir yeri vardır. Bayramlar dargınların barışması için bir fırsattır. Müslüman Müslüman’a üç günden fazla dargın duramaz.<br />Bayramlar da başta anne ve babalarımız olmak üzere büyüklerin elleri öpülür, Akraba ve komşularla bayramlaşılır, birlik ve kardeşliğimiz pekişir.<br />Bayramlarda çocuklar- öksüzler- yetimler ve kimsesizler sevindirilir. Hastalar ziyaret edilip şifa dilenir. Mezarlıklar ziyaret edilip onlara dua edilip- hayır ve hasenatta bulunulur.<br />Bayramlarda çevremizdeki insanlara güler yüzlü davranmalıyız. İncitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız. Toplumu oluşturan fertleri, birbirleriyle kaynaştırarak milli birliğimizin sağlanmasına ve toplumu rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların yok olmasına çalışmalıyız.<br />Hayatın sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hale gelen gönül dünyamızı kurban bayramı canlandırsın, çalışma azmimizi artırsın. Hepinizin Kurban Bayramı mübarek olsun…Allah’ın rahmeti üzerinize olsun…<br /><div></div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-88257526690541423812007-12-07T07:21:00.000-08:002012-01-04T10:32:50.738-08:00Hac Mevsimi<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_ci8FQ8rZjM7PyN3IgwLog00Y4ZCURjdw2t-wUP5POnsdgIB5JSYUIWCjB8U0y3X0PjL7lJqH_y53ymxPYTvZ2mCOTi20zU6iY6uqjI16CjtA33fvEVF6Uuko0yGdBf87W40pMBOsVKg/s1600-h/kabe_000004.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5141251751932337106" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_ci8FQ8rZjM7PyN3IgwLog00Y4ZCURjdw2t-wUP5POnsdgIB5JSYUIWCjB8U0y3X0PjL7lJqH_y53ymxPYTvZ2mCOTi20zU6iY6uqjI16CjtA33fvEVF6Uuko0yGdBf87W40pMBOsVKg/s400/kabe_000004.jpg" border="0" /></a><br /><div>Hac, İslam’ın beş ana temel esasından biridir. Hac, hem mal hem beden ile yapılan bir ibadettir. Hac, İslam ülkeleri arasında kültür alış verişidir. Hac, İslam dünyasının yıllık kongresidir. Hac, şartları taşıyan Müslümanlara ömründe bir defa farzdır.<br /> Hac, dilleri- renkleri- milletleri farklı olan insanların aynı duygular etrafında tek yürek olmalarıdır.<br />Hac, belirli zamanlarda ihram adı verilen özel elbise ile Arafat bölgesinde vakfe yapmak (durmak), Kabe’yi Muazzama’yı tavaf (ziyaret) etmektir.<br /> Kâbe, Hz. Âdem (a.s) tarafından yapılan yeryüzünün ilk binasıdır.<br /> Bu durum Kur’an’ı Kerim’de şöyle beyan edilir:<br /> “Muhakkak ki insanlar için yeryüzünde yapılan ilk bina, Mekke’deki o mübarek Beyittir. Orada apaçık deliler ve Hz. İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güven bulur. Gücü yeten her kimsenin o Beyti ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Ali İmran/ 96- 97)<br /> Hz. Âdem tarafında inşa edilen Kâbe, daha sonra Hz. İbrahim tarafından yeniden yapılmıştır.<br /> Yunus Emre Kâbe aşkını şöyle dile getiriyor:<br /> “Canım Kâbe varsam sana,<br /> Yüzüm gözüm sürsem sana”.<br /><br />Hac, İslamiyet’in doğuşundan yirmi iki sene sonra farz kılınmış en son ibadettir. Sevgili peygamberimiz 632 yılında ömründe bir defa ve son defa hac yapmıştır. Bundan dolayı peygamberimizin yaptığı hacca “veda haccı” denir.<br /><br />Müslüman olup hacca giden Amerikalı Malcolm X duygularını şöyle anlatıyor:<br /><br />“Bu kutsal ziyarette gördüğüm manzara beni tüm eski düşmanlıkları bırakmaya, takındığım tavrı bir kenara atmaya zorladı. Etrafımda her renkten insanın sergilediği cana yakınlık karşısında söyleyecek söz bulamadım. Hayatımda hiç böyle sıcak dostluklara, samimi kardeşlik gösterilerine şahit olmamıştım. Amerika İslam’ı anlamak zorundadır. Çünkü dünyada ırk ve sınıf ayırımını kabul etmeyen tek din İslamiyet’tir.”<br /> <br />Kutsal topraklarının bulunduğu Mekke- Medine 1517–1917 tarihleri arasında Türklerin yönetiminde kalmış, Osmanlı padişahları buralara çeşitli hizmetler götürmüşler, ancak kendilerine hac nasip olmamıştır. Osmanlı devleti tarafından İstanbul- Medine demiryolu yaptırılmış, haberleşmek için telgraf hattı döşenmiş, Mekke’de kale inşa edilmiş ve buralara içme suyu sağlanmıştır.<br /><br />Her sene Türkiye’den hac mevsiminde hac görevini yerine getirmek için Suudi Arabistan’a yüz bin civarında hacı adayı gitmektedir. Bu sene ilk hac kafilesi 12 / Kasım / 2007 tarihinde yola çıkmış, dönüşler 23- 24 / Aralık / 2007 tarihinde başlayacaktır.<br />Hacca giden hacı adaylarımıza hayırlı yolculuklar diler, sağlık ve afiyet içinde yurda dönmelerini temenni ederim. Allah haclarını mübarek etsin, gitmek isteyipte gidemeyenlere de imkânlar nasip eylesin. AMİN…<br /> </div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-73603261611364708402007-12-01T01:38:00.000-08:002007-12-01T01:40:09.092-08:00Amerika<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqvumj132htrGfQrOfsxikut8vweJlZBZNvn8rJkd5S5IEC9Sx4k0f63CzGTkFMUh5mFXYBf_ojN_FsrkIgRyui42Ev27rJ0DgUesMyfHseJUkfkG9x7Nb5L442lFziGknP7ZieezbNGg/s1600-r/amerika.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5138936743084956610" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgb5eF1mv02iHQi7u0zZC7cLGE3N6eJaLYQGw2aprG5uzlkQbeQ1tULiyoXhT2ZSTSwse9tNuQc6dtU1qVLzX_UsAOjgQFmkyyHe9uhYDIh68CPEuTaXGXvfJY2ybr-b3QUfKmTSeHVOxU/s400/amerika.jpg" border="0" /></a> Uzak Doğu Asya ülkeleri ile ticaret yapan Avrupalılar, yıllarca güzergâh olarak Türk topraklarını kullanmışlardır. Bu yolda Türkleri kendilerine sürekli engel görerek onlarla savaşmışlar, ama girdikleri her savaşta yenilgiye uğramışlardır.Türk topraklarını kullanmadan Uzakdoğu ülkelerine gitmek isteyen batılılar, değişik ticaret yolları aramışlar ve keşiflerin önünü açmışlardır. İstanbul’un fethi de keşifleri hazırlayan sebepler arasında gösterilmiştir.<br />Doğuya batıdan gitmeye çalışan ünlü Cenovalı gezgin Kristof Klomb, 1492 yılında uzun ve meşakkatli bir okyanus yolculuğundan sonra Bahama adalarına varmış, buranın Asya’nın doğusunda bir yer olduğunu zannetmiştir. Daha sonra 1499 da İtalyalı tüccar ve haritacı Amerigo Vespucci, bu yerin yeni bir kıta olduğunu keşfetmiştir. Bundan dolayı buraya onun adı verilmiştir.<br /><br />Amerika’nın keşfinden sonra İspanyollar- Portekizler- Fransızlar- İngilizler bu yeni kıtaya gelerek yerleşmişlerdir.<br />Zamanımızda Amerika denildiği zaman akla, Amerika Birleşik Devletleri gelir. Kısaca ABD veya USA diye isimlendirilen Amerika Birleşik devletleri, 1776 da kurulmuştur. 50 eyaletten meydana gelen ve federal bir devlet olan Amerika’nın başkenti Washington olup, nüfusu 300 milyondan fazladır. Yüz ölçümü, 9.629.092 metrekaredir. Asya ve Avrupa ülkelerine göre yeni bir ülke olan ABD, Madenler, mineraller kömür ocakları ve petrol kuyuları bakımından zengindir. Geniş ormanları ve akarsuları ile dünyanın en başta gelen ülkelerindendir. Filmleri- ileri teknolojisi- ekonomik ve askeri gücü ile dünyanın süper gücüdür. Kendi çıkarlarına göre (Kuzey Amerika Ülkeleri- G8 Ülkeleri- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Ülkeleri – Kuzey Atlantik Paktı (NATO)- Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) gibi) birçok kuruluş ve örgütün başında yer alan Amerika, çağımızda dünyanın rakipsiz gücüdür.Asrımızda baktığımız zaman nerede bir savaş varsa orada Amerika vardır. Nerede bir huzursuzluk varsa orada Amerika’nın parmağı vardır. Nerede bir karışıklık varsa orada Amerika’nın oyunu vardır. Anadolu da bir hikâye anlatılır: Yolculuk yapan bir misafir. Anadolu’da bir haneye akşam misafir olur. Yenilip içildikten sonra yatma saati gelir. Hane sahibinin evi iki odalıdır. Bir odasında ailesi ile kendisi yatar, diğer odada da çocukları yatarlar. Misafirin yatağı da zorunlu olarak çocukların odasına yapılır. Gece misafirin tuvaleti gelir. Tuvalette dışarıdadır. Misafir dışarı çıkmak için dış kapıyı açar. Bakar ki kapının önünde kara bir köpek yatmaktadır. Adımını atmak ister. Köpek:” hıııırr” der. Köpeğe bir şeyler söyleyerek tekrar adım atmak ister. Köpek ayağa kalkarak iyice dikleşmeye başlar. Biraz bekler. Köpeğe tekrar: “canım -cicim” diyerek yalvarır. Köpek kesinlikle misafiri dışarıya bırakmaz. Misafir ümitsiz bir şekilde yatağına döner. Ve Kıvranmaya başlar. En sonunda dayanamaz yatağa halleder. Sabah olunca çocuklarla birlikte yatağı katlar ve hole koyar. Evin hanımı yatakları yerine koyarken yataklardan pis bir koku geldiğini hisseder. Yatakları açar bakar ki, yatakta büyük abdest pisliği. Kocasına seslenir ve der ki: “Baksana! Bu ne? Bu çocuklar bu kadar büyük şeyi nasıl yaparlar?” Karı koca düşünürler, bir anlam veremezler. Konuşmaları duyan misafir dayanamaz ve der ki: “Kapıda o kara köpek olduğu müddetçe, bu çocuklar daha çok büyük şeyler yapar. Filistin ‘de ateş kes sağlanamıyorsa, orada bir kara K…… vardır. Afganistan’da sular durulmuyorsa, orada bir kara K……vardır.<br /><br />Pakistan’da işler karışıyorsa, orada bir kara K……vardır.<br /><br />Irak mezhep çatışmalarına gidiyorsa, orada bir kara K……vardır.<br /><br />Türkiye’de terör bitmiyorsa, burada da bir kara K……vardır.<br /><br />Neden bu kara K……, hep İslam ülkelerinde H……lıyor. Bu tesadüf müdür? Hayır değildir. Çünkü ABD Başkanı haçlı zihniyetinden bahsetmiştir. Yıllarca Kudüs’ü ele geçirmek için mücadele veren haçlı ordularının torunları bugün Kudüs’ü ele geçirmişlerdir.<br />Amerika Birleşik devletleri başkanı George Bush’un asıl gayesi büyük Ortadoğu projesidir. Ortadoğu dünyanın merkezidir. Stratejik yönden çok önemli bir bölgedir. Dünyanın en zengin petrol yatakları buradadır. Bunun içinde en büyük engel Türkiye’dir. Türkiye’ye dost gözükerek Ortadoğu ülkelerinde hâkimiyet kurmuş, sıra Suriye ve İran’a gelmiştir. Bunun için dünya kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Türkiye’deki üstlerini Lübnan’a veya Irak’a taşımak için Irak’ın oturmasını beklemektedir. Ondan sonra Türkiye’ye eyvallah etmeyecektir.<br />Sovyetler Birliği dağılmadan önce dünyada bir denge vardı. Amerika’ya karşı Sovyetler Birliği de karşı örgüt kurmuştu. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Amerika için artık dünyada hiçbir engel kalmamıştır. İstediği ülkeye kafa tutuyor, istediği ülkeye saldırıyor.<br /> Altını çizerek söylüyorum: Bir gün gelecek Amerikanın sonu, Sovyetler Birliğinin sonu gibi olacak. Tarih tekerrürden ibarettir. Her çıkışın bir inişi vardır. Tarihe baktığımız zaman ne büyük devletler, ne büyük imparatorluklar tarihten silinmiştir.<br />Bundan otuz beş yıl önce öğrencilik yıllarımda büyük gazetelerimizden birinde şöyle bir haber okumuştum: Bir gün gelecek Sovyetler Birliğinin sonu, Osmanlı Devletinin sonu gibi olacak. Evet, aynen öyle oldu. <br /><br />Dünyada ezici bir çoğunluk, ABD’nin küresel liderliğine karşı amansız bir mücadele içindedir. Bu mücadele askeri ve siyasi olmayıp ekonomiktir. Amerikan doları küresel kredisini her geçen gün kaybetmektedir. Dünya piyasalarında dolar çok hızlı düşüşe geçmiştir. Ekonomisi gülcü olan bazı ülkeler dolara karşı savaş açmışlardır. İran- Rusya- Çin- Güney Kore- Suudi Arabistan gibi ülkeler, uluslararası ticarette ya kendi paralarını kullanıyorlar, ya da Euro’yu tercih ediyorlar.<br />Netice olarak diyorum ki : Bir gün gelecek Amerika Birleşik Devletleri olmayacak, Sadece Amerika olacak. Bu durum, savaşsız siyasi ve ekonomik yollardan kendiliğinden olacak. Yani tarih tekerrür edecek……İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-34431851484199966842007-12-01T01:34:00.000-08:002007-12-01T01:37:05.545-08:00Mesleki ve Teknik Eğitim<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOBF8frvmxfMO60Xa-0kdX2slBx9EHZl20ouuv7tfb76FQfa-u8R4MbU3Csn07u-WU_6E8j5B_gMHVkhw9Izb5sc_nD02KF6LVxg0OdC9j5QXR1NLzlTSYrwqhMivemHi7BCccBIMHfPw/s1600-r/okul.gif"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5138935892681431986" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUlEV_zlJ4wbT792GoO1OwVGXsmGWW2FXN6B2rN3UifKOI_Io4XUf65vaNE0JEzzgjWqlfK182zUxgeNpNH2FS8HveUj_gwznGF2RuMm-8dPVh4K-dP28QpTyROcaUm4DHaT2UQ6xs_zM/s400/okul.gif" border="0" /></a><br /><div>Ülkemizde mesleki ve teknik eğitim Selçuklular devrinde Ahilik ocağı ile başlamış, Osmanlılar döneminde sistemleşmiştir. Sosyal bir kurum olan Ahilik usta ve çırak ilişkisine dayanan bir iş eğitimidir.<br /></div><div>Cumhuriyet döneminde ise mesleki ve teknik eğitim, 1938 yılında çıkarılan bir kanunla meslek kursları şeklinde başlamış; 1977 yılında çıraklık- kalfa ve ustalık kanunuyla yeniden düzenlenmiş; 1986 yılında çıraklık ve mesleki eğitim kanunuyla eksiklikler giderilerek son şeklini almıştır.<br /></div><div>Bilim ve teknolojinin çok hızlı gelişmesi, sanayi ve iş dünyasındaki yenilikler, ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir.<br />Nitelikli üretimin, ancak nitelikli elemanlarla mümkün olacağı muhakkaktır. Ülkemizde, mal ve hizmet üretiminde nitelikli ara elemana ihtiyaç vardır. İş dünyasındaki bu ara eleman sıkıntısı, dış pazarlardaki rekabet gücümüzü zayıflatmaktadır.<br />Türkiye’nin gelişmesi, sanayinin gelişmesine; sanayinin gelişmesi ise mesleki ve teknik eğitimin gelişmesine bağlıdır.<br /></div><div>Ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin, eğitim sistemimizdeki payı % 30 civarındadır. AB ülkelerinde ise bu oran % 70 civarındadır. Avrupa ülkelerinde eğitim arz talep dengesine göre planlanmıştır. Eğitim programları piyasa ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmiştir.<br />Gelişmiş ülkelerin mesleki ve teknik eğitimde ileri ülkeler olması veya mesleki ve teknik eğitimde ileri ülkelerin sanayileşmiş ülkeler olması, tesadüf değildir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile uygulanan eğitim politikaları arasında doğrudan ilişki vardır.<br />Mesleki eğitimde görev yaparken Almanya’dan misafir öğretmenler ve öğrenciler geldiler. Onlara İstanbul’un tarihi ve turistik yerlerini gezdirdik. Akşam da bir restauranta yemeğe götürdük.<br />Servis yapan garsona Alman öğretmen sordu: “Sen hangi okulu bitirdin.”<br />Garson: “Meslek Lisesi Elektrik bölümü mezunuyum.”<br />Alman öğretmen: “Türkiye çok zengin bir ülke. Elektrikçi olarak yetiştiriyor. Garson olarak çalıştırıyor.”<br />Alman öğretmen biliyor ki, mesleki ve teknik eğitim çok pahalı bir eğitimdir.<br />Bulgaristan’dan son göç eden vatandaşlarımızdan biri ile konuştuğumda şöyle dedi: “Türkiye de çalışmak isteyen insanlar için çok iş var. Ben fayansçılık meslek lisesi mezunuyum. Türkiye de bu işi, eğitim almamış renk ve dekor uyumunu bilmeyen insanlar yapmaktadır. Ben eğitim almış biri olduğum için firmalar benim peşim de koşmaktadır.”<br />Ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin yapısı incelendiğinde oturmuş bir sistemin olmadığı, sürekli sistem arayışına gidildiği görülmektedir. Eğitim kurumları, dünya pazarlarında rekabet edebilecek ara eleman gücünü yetiştirebilecek nitelikte değildir.<br /></div><div>Meslek lisesi öğrencilerinin üniversiteye girişlerinde karşılaştıkları haksız katsayı engeli, mesleki ve teknik eğitimi olumsuz yönde etkilemiş; öğrencileri ve velileri mesleki ve teknik eğitimden uzaklaştırmıştır. Bu durum meslek liselerinde öğrenci akışının azalmasına neden olmuş ve nitelikli ara elemen gücü azalmıştır. </div><div><br />Netice olarak diyorum ki: Bu yanlış ve haksız katsayı uygulamasına derhal son verilmeli; meslek liselerine fen ve matematik temeli olan öğrenciler alınmalı; eğitim sistemi iş piyasasının ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmeli; bilgi ve teknoloji üretilerek iş dünyasına sunulmalıdır.<br />Bir eğitimci olarak öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler gününü kutlar, meslek hayatlarında üstün başarılar dilerim.</div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-64231400083643694532007-11-03T02:44:00.000-07:002012-01-04T10:38:48.764-08:00Hacıaliler Köyü<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikSv2KqFPyHdNiRUuOwbw19_CcrbUVxxAZmIwTOX4gWLdKs5WVGXHuzJ-9p6Zkj5e1ZfeuBg_xzhR-oVEJFQ3ufxIJnAhKrg6NoiMRs7aTpu1qp8TTMhMLb_QDeo-jfddHzWqLuK4gAos/s1600-h/Hacialiler.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5128547899801776674" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikSv2KqFPyHdNiRUuOwbw19_CcrbUVxxAZmIwTOX4gWLdKs5WVGXHuzJ-9p6Zkj5e1ZfeuBg_xzhR-oVEJFQ3ufxIJnAhKrg6NoiMRs7aTpu1qp8TTMhMLb_QDeo-jfddHzWqLuK4gAos/s400/Hacialiler.jpg" border="0" /></a> Tarihi kaynaklara bakıldığında bölgede, Hititlerin- Frigyalıların- Lidyalıların- Perslerin- Biritanya Krallığının- Bizanslıların ve Anadolu Selçuklu Beyliklerinin yaşadığı görülmektedir.<br /><br />TARİHÇESİ:<br /><br />Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin kumandanlarından Samsa Çavuş ve Harmankaya Tekfuru iken Osman Gazi’nin safına geçen Köse Mihail komutasındaki birlikler, 1290 yılından sonra bölgeyi Rumların elinden almışlar, köyün de içinde bulunduğu çevre Osmanlı Oğullarının eline geçmiştir. Horasan Erenleri adı verilen gönül ehlinin, bölge halkının maneviyatında önemli yeri vardır. Bu Erenlerin türbeleri ulu bir çınar gibi zamanımıza kadar gelmiş, halkın huzur kaynağı olmuştur. Kükürt Köyü Erenleri- Gökçeözü Köyü Erenleri ve Akçapınar Köyü Erenleri bunlardandır. Köyün Arpalıklar mevkiinde çıkan kilise kalıntılarına ve tarihi kalıntılara bakıldığında, buralarda Rumların yaşadığı anlaşılmaktadır. Eski köy adı verilen mevkide oturan birkaç ailenin, eşkıya ve çetelerden kaçarak bugünkü köyün bulunduğu ormanlık alana yerleştikleri anlatılmaktadır.<br />Buraya yerleşenlerden sadece Hüseyin Efendinin ismi bilinmektedir. Hüseyin Efendinin dört oğlu olduğu, bunlardan büyük oğlun Mustafa- ikinci oğlun Abdullah- üçüncü oğlun isminin bilinmediği- dördüncü oğlun ise Halil olduğu rivayet edilmektedir. Mustafa’dan Haşimler sülalesinin- Abdullah’tan Abdekalar sülalesinin- Halil’den İsmaller sülalesinin geldiği; diğer hanelerin de başka mevkilerden veya dışarıdan geldiği, bilinmeyen üçüncü oğlun ise askerlik dönüşü Eskişehir ili Mihailgazi ilçesinin Karaoğlan köyüne yerleştiği söylenmektedir.<br />Hüseyin Efendi oğlu Halil ile birlikte hacca gitmiş, geri dönmeyerek oralarda vefat etmiştir. Adet olduğu gibi Hüseyin Efendi ve oğlu Halil’e Hacı unvanı verilmiştir.Köyün ismi Hacı Halil’den gelmektedir. Hacı Haliler köyü ismi daha sonra Hacıaliler şeklinde söylenmiş, resmi kayıtlara da HACIALİLER KÖYÜ olarak geçmiştir.<br />DOĞA YAPISI-İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:<br />Köy, Osmanlı Devletinin kuruluş merkezi Söğüt’ün doğusunda yer almakta olup, Taraklı ilçesine 13 km.- Sakarya iline 83 km. mesafededir. Engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak, kışları soğuktur. Sarıçam-karaçam ve meşe ağaçları ile kaplıdır.<br />HALKI VE NÜFUSU:<br />Köy, yirmi hane civarında olup, nüfusu dışarıda olanlarla birlikte yüz kişiyi geçmektedir. Halkı, manavlardandır. Manavlar: Anadolu Türküdür. Göçerliliği bırakıp, ziraat yapmaya başladıkları için kendilerine bu isim verilmiştir. İnsanları mülayim, uyumlu ve sakin insanlardır.<br />EKONOMİ VE GELİRİ:Gelir, tarım ve hayvancılığa dayanır. Son senelerde meyvecilikte; özellikle kiraz ve vişne yetiştirilmesinde hızlı bir gelişme göstermiştir. Sebzecilik ihtiyacı karşılayacak kadar yapılır. (İÇP - 2007)<br /><br />KAYNAKLAR:İnternet kaynaklarından; Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihinden; Aşıkpaşazade Tarihinden; Köyün Büyüklerinin Bilgilerinden faydalanarak hazırlanmıştır.İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-27601247279441546322007-11-03T02:43:00.000-07:002012-01-04T10:40:45.767-08:00Şehitlik ve Milli Birlik<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw0_wuKo3Qf9fuFbcBS-CmxLxfYMArb2gZ4lRi7qTNAbVYlSHW1lfcuxwWoOXwiTEw6IPL49sXKwT4Du9DnLZgqdsY_Y5pUhiKNbpoSAnEdFeZQtqvPCrwey2ERmaKZRYY-OoTPFGMnmw/s1600-h/vatan.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5128547577679229458" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw0_wuKo3Qf9fuFbcBS-CmxLxfYMArb2gZ4lRi7qTNAbVYlSHW1lfcuxwWoOXwiTEw6IPL49sXKwT4Du9DnLZgqdsY_Y5pUhiKNbpoSAnEdFeZQtqvPCrwey2ERmaKZRYY-OoTPFGMnmw/s400/vatan.jpg" border="0" /></a><br /><div>Ülkemiz Coğrafi yapısı, jeo-politik durumu, üstlendiği misyon nedeniyle tarih boyunca hem bölgesel hem de evrensel hain tertiplere ve saldırılara hedef olmuştur.<br />Asırlarca birlikte yaşadığımız, birlikte uğrunda can verdiğimiz aziz vatanımızı hiçbir zaman hainlerin kirli emellerine teslim etmedik. Bundan sonra da teslim etmeyeceğimizi, hiçbir saldırıya boyun eğmeyeceğimizi bütün dünyaya haykırıyoruz. Türk milleti vatanını korumak için Çanakkale’de Sakarya’da Dumlupınar’da nasıl mücadele ettiyse; bu uğurda canını seve seve verdiyse, bugün de aynı kararlılıkla ölmeye hazırdır. Türk milleti vatanı için sayısız şehit vermiştir. Şehitlik Allah yolunda- din uğrunda- kutsal değerler uğrunda ölmeye denir.Şehit, Allah’ın adının yücelmesi ülküsüne hizmet etmek amacıyla savaşan, bu uğurda ölmeyi göze alan kimsedir.Şehitlik Türk ulusu için en yüce makamdır. Şehitlik Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’an’ı Kerim de otuz beş yerde şehitlikten bahsedilmektedir. Kutsal kitabımız Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler. Siz onları göremezsiniz.”(Bakara/154) ,Sevgili peygamberimiz şehitlik makamını şu güzel sözleri ile yüceltiyor: “Cennete giren hiçbir kimse tekrar dünyaya dönmek istemez. Ancak şehit gördüğü hürmetten dolayı dünyaya dönmeyi, on kere şehit olmayı arzu eder.”(Buhari/cihat/21)Güzel yurdumuz şehit kanlarıyla yoğrulmuştur. Sadece Çanakkale savaşında iki yüz elli bin civarında şehit verilmiştir. Çanakkale savaşlarının olduğu yerler gezilip görülürse akan kanlardan toprağın renginin değiştiği görülür. Toprak kahverengini almıştır. Türk ulusu vatanı için okadar şehit vermiştir ki, bayrağımızın tarihçesini akan bu kanlara dayandıranlar vardır: Rivayet edilir ki, şehitlerimizin toprağa akan kanları yağan yağmur suları ile beraber çukurlarda birikmiş, akşamüstü havanın açması ile gökyüzünde ki ay ile yıldız suya yansımış, bu da bayrağımıza sembolü olmuştur. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızda şöyle sesleniyor: “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı, Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı, Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı, Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”Millet aynı ideali paylaşan insanların oluşturduğu bir topluluktur. Milleti millet yapan birlik ve beraberliğimizdir. Başarılarımızda da milli ve manevi ittifakımız vardır.Mili birlik ve beraberliğimiz Türk milletinin bölünmez bütünlüğünün teminatıdır. Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Milli birlik ve beraberliğimizi bozarak devletimizi yıkmak isteyenler kötü emellerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Türkiye’nin gücünü tanımak istemeyenlere o gücü göstermek zorundayız. Bunun içinde tek vücut olup çok çalışmalıyız. Uygar düşünceleri çağdaş ilkeleri geliştirmek zorundayız. Düşünce ile hareketi birleştirmeliyiz. Milli şuur kazanmalıyız. Bizlere bu cennet vatanı armağan eden ecdadımıza minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Aziz şehitlerimizi rahmetle anıyor'um. </div><div></div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5366565124729052263.post-83036330689940537602007-11-03T02:41:00.000-07:002007-11-03T02:42:54.105-07:00Şifa Arayan Şifa Bulur<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB24KYi0X-aPLm4VoueknBqI-apOEL9RtM1faJb4-8_-ofZp71qio-dCMWLv4kpC4yBDS0B2VzVfuQ3hQngSZijyUTmKH0xB6V6hwfF2ch4WaQowpwCXEAIl46UOhy2Tb0n3-l_t9VE7E/s1600-h/sifa.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5128547083757990402" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB24KYi0X-aPLm4VoueknBqI-apOEL9RtM1faJb4-8_-ofZp71qio-dCMWLv4kpC4yBDS0B2VzVfuQ3hQngSZijyUTmKH0xB6V6hwfF2ch4WaQowpwCXEAIl46UOhy2Tb0n3-l_t9VE7E/s400/sifa.jpg" border="0" /></a> İslam dini insan hayatının korunmasına, hastalandığı zaman tedavi görmesine son derece önem vermiş, sağlık bütün ibadetlerin temel şartı kabul edilmiştir.<br />Peygamberimiz buyuruyor:“İnsanlar iki şeyin kıymetini bilmezler: Sağlık ve boş zaman.” (Buhari/Rikak/1) İslam’ın haram kıldığı şeyler yenilip içilirse, İslam’ın yasakladığı bölgelere girilirse, insanın sağlığı bozulur. Oysa sağlığı korumak insanın asli görevidir. İnsan hastalandığı zaman çaresini aramalı, mutlaka tedavi görmelidir.Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Derdi veren Allah çaresini de vermiştir.” (Ebu Davut/Tıp/11) Bazı hastalıklar vardır ki insanın iç dünyası ile ilgilidir. Ruhsaldır, psikolojiktir. Bu hastalıklar için dini telkin tedavi yöntemlerinin başında gelir. Amerikalı bir psikolog ben hiçbir dine inanmazdım. Mesleğim gereği hastalarımı dinler, onlardan elde ettiğim ipuçlarına göre onları çeşitli alanlara yönlendirirdim. Benim dine yönlendirdiğim hastalarımda büyük bir oranda iyileşme oldu. Bu durum beni dine yöneltti, beni dindar yaptı.<br />Nazar- korku ve ruhsal hastalıklar için Kuran’dan ayetler- sureler ve dualar okunması, hatta bunların üzerinde taşınması tavsiye edilmiştir. Ancak yapılan işler İslam’a muhalif olmamalıdır. Kur’ân’ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “Kur’an insanlar için bir şifadır.”(İsra/82) Kur’ân’ı Kerim şeytani telkinlere ve endişelere karşı bir şifadır. İnsanı sakinleştirir, huzura kavuşturur. İçimize koruma ve güvenlik bilinci yerleştirir. Kalbimizin yorgunluğunu giderir, gönül dünyamızı şenlendirir.<br />“Kalpler, Allah’a zikretmekle mutluluğa ulaşır.”(Rad/28)Bu yazın Hacımurat mahallesinde yaşanan bir olayı sizlere anlatmak istiyorum. Çocuklar İstanbul’dan gelen arkadaşlarıyla beraber oyun oynarken birbirlerine kum- toprak atmaya başlarlar. İçlerinden birisi avucuna aldığı birkaç böceği arkadaşının ensesinden sırtına atar. Çocuk tiksinerek bütün avazıyla bağırmaya başlar. Annesi, akrabaları ve komşu kadınlar toplanırlar çocuğu bir türlü sakinleştiremezler.<br /> İçlerinden biri: “Bunu bir hocaya götürün, yüreği kalkmış, okutun bunu. Hacalla‘da bir hoca var, bunu oraya götürün.” Bir arabaya binerler ve Hacıaliler köyüne giderler. Hoca Abdullah Arıcıoğlu olayı dinler, kadınları yan tarafa alır. Çocuk, köşede üst üste konmuş birkaç minderin üzerinde, sakallı- sakin- mütevazı yaşlı bir kişiyi görünce, dikkatlice inceler ve sakinleşir.Hoca çocuktan olayı tekrar anlatmasını ister. Çocuk heyecanla olayı bir kez daha anlatır.Hoca çocuğa der ki: “Üzerindeki gömleği çıkaralım beraber bakalım. Böcek var mı”? Beraber bakarlar ki böcek yok. Atleti çıkarırlar onda da böcek yok. Ayna ile çocuğun sırtına bakarlar. Sırtında da böcek yok. Kolan yağı ile çocuğun sırtını silerler. Çocuk elbiselerini giyer.<br />Hoca çocuğa birde ben seni okuyayım der. Hoca çocuğu okur ve ona bir de şeker verir. Çocuk sevinerek- neşe içinde- koşarak oradan ayrılır. Bu olay bana, İbni Sina’nın uyguladığı bir tedavi yöntemini hatırlattı.<br />İbni Sina zamanında ruhsal hastalığa yakalanan biri başında bir ağırlık olduğunu söyler. Bunu da şekillendirir. Başımda küp var der. Zamanın hekimlerine, hocalarına götürürler. Bir netice alamazlar. İbni Sinan’ın şöhretini duyarlar. Hasta yakınlarından biri İbni Sina ile ön görüşmeye gider. Durumu anlatır. İbni Sina hasta yakınını dinledikten sonra, hastayı getirmesini söyler. Hasta yakını hastayı almaya gidince, İbni Sina yardımcısına, kendisine bir küp- üç dört metre uzunluğunda bir ip ile siyah bir perde- bir de çekiç alıp getirmesini söyler. İbni Sina muayene odasını siyah perde ile ikiye böler, yardımcısını perdenin arkasına yerleştirir, sessiz olmasını söyler. Kendisi de hastayı beklemeye başlar. Hasta yakını hasta ile beraber içeriye girince: İbni Sina Sert ve yüksek bir sesle bağırır: “ Hasta bu mu? Bunun başında küp ne arıyor?”<br />Hasta: “Ben diyorum ki, benim başımda küp bir var, bunlar beni anlamıyorlar.” İbni Sina: “Hastaya küp senin başına öyle yerleşmiş ki, onu kırmamız lazım. Sen şu sandalyeye otur, biraz sabır göster.” der. Çekici eline alır, yardımcısının perdenin üzerinden hastanın başının üzerine doğru uzattığı küpe vurur. Hasta küpe her vuruşta, içindeki küp sıkıntılarını atmaya başlar. Her vuruşta deşarj olur.İbni Sina, hastanın kafasına yerleşen küp sıkıntılarının boşaldığını fark edince, hastaya yüksek sesle: “Dikkat et küp çatladı, kırılacak” der. Küpe kuvvetlice vurur ve küp kırılır. Hasta; “Oh be kurtuldum şu illetten. Ne zamandan beri şu küpü başımda taşıyordum” der ve içine düştüğü ruhsal sıkıntıdan kurtulur. Ruhsal hastalıkların tedavisinde ikna-telkin ve güven büyük önem taşır. Hatta tedavinin temelini teşkil eder.Konumuza son verirken sağlıklı- mutlu- huzurlu günler temenni ederim.<br /><div></div>İÇPhttp://www.blogger.com/profile/14945298545433724739noreply@blogger.com0