10 Ekim 2007 Çarşamba

Mirac Kandili


10. Ağustos. 2007, Recep ayının 26’sını 27’sine bağlayan gece Mirac Kandili’dir. Sevgili Peygamberimizin gecenin bir anında Cebrail A.S. ile birlikte Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ ya yaptığı kutsal yolculuğa İsra; Mescid-i Aksa’dan sonsuzluk âlemine, Sidretü’l Münteha’ya yapılan kutsal yolculuğa ise Mirac denilir.

Milâdi 610 yılından öncesine baktığımız zaman, dünyada büyük bir huzursuzluk vardı. Ahlak kirlenmiş, ticaret kirlenmişti. İçkinin her türlüsü alabildiğine içiliyor, gelecek falcılıkla belirleniyor, eşkıyalık ve yol kesmenin önüne geçilemiyor, kadın insan kabul edilmiyor, yoktan yere kabile savaşları yapılıp insanlar öldürülüyordu.

Yüce Allah, insanlığı içinde bulunduğu bu buhrandan kurtarmak için son elçi Hz. Muhammed’i görevlendirmişti. O da insanlığı kurtuluşa davet ederken çeşitli eziyetlere maruz kalmış, bu arada amcası Ebu Talıp ile eşi Hz. Hatice vefat etmişti. Onun üzüntülü geçen günlerine “senetül hüzün” denilir.

İşte bu sıkıntıların ardından yüce yaratıcı sevgili dostunu huzuruna davet etmiştir.

Cebrail A.S.gecenin bir anında Rasulullah’ a gelerek onu manevi bir ameliyata tabi tutmuş, göğsünü yararak kalbini nurla doldurmuş, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan da Sidretü’l Münteha’ya götürmüştür.

Bu olay Kur’an-ı Kerim’in İsra suresinde şöyle beyan ediliyor:

“Bir gece, bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir.” (İsra–1)

Son peygamber gecenin bir anında Cebrail A.S. tarafından ses hızında olan Burak adındaki vasıta ile Mescid-i Aksa’ya, oradan da ışık hızında olan Refref adındaki vasıta ile Sidretü’l Münteha’ya götürülmüştür. Budan sonrasına Cebrail A.S. bile gidememiş, metafizik ötesinde bilinmeyen âlemde Allah’ın elçisi ilahi huzura kabul edilmiştir.

Bu hadiseyi Mevlit yazarı Süleyman Çelebi şöyle anlatıyor:

Aşikâre gördü Rabbül izzeti,
Ahirette öyle görür ümmeti.
Gel Habibim sana âşık olmuşam,
Cümle halkı sana bende kılmışam.
Ne muradın var ise idem reva,
Eyleyen bin derde bin türlü deva.
Ol zayıf ümmetlerim hali nola,
Hazretine nice anlar yol bula.
Ümmetimi sana verdim ey Habib,
Cennetimi anlara kıldım nasip.

Mirac olayı sevgili peygamberimizin büyük bir mucizesidir.

Allah’ın peygamberine özel muamelesi, lütuf ve ihsanıdır.

Onun âlemler ötesine yaptığı kutsal bir yolculuktur.

İnsanlık tarihinde meydana gelmiş en önemli olaydır.

Bu olay, peygamberimizin şahsıyla insanlığın önüne açılan sınırsız bir yükseliştir.

Ona gösterilen manzaralar ve ona yapılan muamele, onun ne büyük bir değere sahip olduğunu gösterir.

Sevgili peygamberimiz bu kutsal yolculuğunun sonunda Müslümanlara üç manevi hediye sunmuştur:

1- Beş vakit namaz.

2- Bakara suresinin son ayetleri.( Âmenarrasulü)

3- Allah’a şirk koşmayan kişilerin günahlarının bağışlanacağı.

Manevi duygularımızı canlandıran, iç dünyamıza değerlendirme imkânı veren, sorumluluğumuzu hatırlatan bu gecede gönül kapılarımızı herkese açalım. Dua ve niyazlarımızın semaya yükseldiği bu gecede Yüce Yaratıcıdan birlik ve beraberlik temenni edelim. Birbirimizin kandilini tebrik edelim.

MİRAC KANDİLİNİZİ TEBRİK EDER, İNSANLIĞIN HUZUR VE BARIŞINA VESİLE OLMASINI TEMENNİ EDERİM.

Aile Saadeti


Aile, cemiyetin en küçük parçasıdır. Aile ana, baba ve çocuklardan meydana gelen sıcak bir yuvadır. Aile ana kucağının, baba ocağının, sevgi ve saygının ifadesidir. Aile küçük bir yönetim merkezidir. Aile küçük bir devlet, küçük bir hükümettir. Toplumun en küçük parçası olan ailenin yönetimi ne kadar düzenli yönetilirse, toplum da o kadar disiplinli olur. Disiplinli olan ailede huzur olur, saadet olur, mutluluk olur.

Aile içerisindeki kişilerin birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları vardır: Ana ile babanın birbirlerine karşı görevleri, ana babanın çocuklarına karşı görevleri, çocukların ana ve babalarına karşı görevleri, çocukların birbirlerine karşı görevleri.

Kadın ile erkek şahitlerin huzurunda bir nikah mukavelesi ile hayatlarını birleştirmişlerdir.

Aile ocağının huzurlu ve saadetli olabilmesi içi karı koca, birbirlerine karşı anlayışlı hareket etmek zorundadır. Yapılan tartışma ve kavgalar aile huzurunun bozulmasına sebep olur ve çocukların üzerinde olumsuz tesirler meydana getirir.

Erkeklerin kadınlara karşı yumuşak ve güler yüzlü davranmaları gerekir.

Sevgili Peygamberimiz buyuruyor:
“Bir kimse kadınına buğuz etmesin, zira hoşlanmadığı huyları varsa, ona mukabil memnun olacağı huyları da vardır.”(1)

“Müminlerin, imanca en mükemmel olanı ahlaken en iyi olanıdır ve hayırlı olanlarınız da kadınlara karşı hayırlı olanlardır. Karı ile koca birbirlerine karşı olan sorumluluklarını hiçbir zaman unutmaması gerekir.”(2)

Peygamberimiz yine şöyle buyuruyor:
“Sizin kadınlar, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız aile yuvasını hoşlanmadığınız hiç kimseye çiğnetmemeleridir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakkı, memleket göreneğine göre her türlü giyim ve yiyimlerini temin etmenizdir.”(3)

Ana ile babanın çocuklarına karşı görevleri:
Çocuklar ilk bilgileri ana kucağında, baba ocağında öğrenirler. Çocuklar için aile yuvası, hayatın temel okuludur. Anne ile baba, çocuğun ilk öğretmenleridir. Konuşmayı, iyiyi kötüyü, ana babalarından öğrenirler.

Çocuklar, ailede gördüklerini ve duyduklarını hafızalarına kayıt ederler.

Büyük İslam düşünürü ve bilgini İmam-ı Gazali şöyle diyor:
“Çocuğun beyni bal mumuna benzer, isteyen ona istediği şekli verir.”

Kutatk-u Billiğin yazarı Yusuf Has Hacip ise söyle diyor:
“Çocukların zihni boş bir tarlaya benzer, oraya ne ekersen o biter.”

Aile yuvasında erkek çocuk babayı, kız çocuk da anneyi taklit eder. Öyle olur ki çocuklar ana ile babanın kopyası olurlar. Öyleyse aile yönetiminde ana babaya büyük görevler düşmektedir.

Yüce Allah, Resulü aracılığı ile şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır.”(4) Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“Hepiniz muhafızsınız. Mahiyetinizde bulunanların hukukundan sorumlusunuz. Amirler himayesi altındakilerin koruyucusudur, memurlarından sorumludur. Erkek ise aile fertlerinin amiridir ve onlardan sorunludur.”

Kadınlar da kocasının evininde bir koruyucudur. O da mesuldür, oda sorumludur. Kısaca, hepiniz koruyucusunuz, himayenizde bulunanların hukukundan sorumlusunuz.

Huzur ve mutluluk bulunmayan bir aile yuvasında çocuklar çok çabuk etkilenir. Hatta bu evi terk etmeye kadar gidebilir. Günümüz toplumunda bunun örneklerini çok görmekteyiz. Evi terk eden çocuklar, kötü emelli insanlar tarafından kullanılıyor alkol, uyuşturucu ve soygun bataklığına saplanıyor. Yapılan istatistiklerde ceza evlerinde bulunan tutuklu ve mahkûmların büyük bir çoğunluğunu gençler oluşturmaktadır. Bu durum, toplumda sosyal bir hastalık haline geliyor. Evi terk eden kız çocukları fuhuş bataklığına sürükleniyor, toplumun yapısı bozuluyor.

Ana ile babanın, aile ocağında huzur ve mutluluğu sağlamaları gerekir. Çocuklarına iyi örnek olmaları gerekir. Onlara dinini, kitabını, peygamberini, vatanını, milletini, bayrağını sevdirmeleri gerekir.

Bu konuda Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
“Allah kesin olarak şunları emretti:
Ancak, kendisine ibadet edin. Anaya babaya güzel muamele edin.Eğer onlar senin yanında ihtiyarlık haline düşerlerde onlara off bile deme ve onları azarlama. İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle. İkisini de acıyarak tevazu kanadını indir ve şöyle de Allah’ım onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de kendilerine merhamet et.”(5)

Peygamberimiz de şöyle buyuruyor.:
“Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan namaz ve anaya babaya yapılan iyiliktir.”(6)

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ibadetten sonra anaya babaya itaat emredilir. Ana babasının rızasını alan Allah’ın rızasını almıştır. Dinimize göre duası kabul olunan kişilerden biri de ana babasının duasını alandır.

“Cennet anaların ayakları altındadır” ifadesi dünyaca sembolleşmiştir.

Eğer evlatlar ana ve babadan uzak yerde oturuyorlarsa, Sılayı rahim farz olur. Eğer evlatlar onları ziyaret edemiyorlarsa, onların telefonla hal ve hatırları sorulmalı, gönülleri alınmalıdır. Ana babaya saygı gösteren kardeşler birbirleriyle iyi geçinmeli, büyükler küçükleri şefkat ve merhametle sevmeli; küçükler de büyüklere saygı ve hürmet göstermelidir.

Anlatılan şu kıssa konumuz için güzel bir örnektir:
Bir baba ölümünün yaklaştığını anlayınca çocuklarını etrafına çağırır. Küçük çocuğa dışarıdaki ağaçtan bir dal kırıp getirmesini söyler. Küçük çocuk bir dal kırıp getirir. Baba o dalı bükmesini emreder. Küçük çocuk büker ve dal kırılır. Tekrar der ki şimdi git 10 tane dal kırıp getir. Çocuk 10 tane dal kırıp getirir. Onların hepsini bir arada bükmesi ister. Çocuk hepsini bir arada kıramaz. Baba şöyle der:

“Eğer birbirinizle iyi geçinmeyerek koparsanız, hepiniz bu dal gibi kırılırsınız. Hepiniz bir arada iyi geçinip birbirinize bağlı olursanız kırılmazsınız.”

Aileler ne kadar huzurlu ve mutlu olursa, o ailelerden meydana gelen cemiyette o kadar huzurlu ve mutlu olur.

(1) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:318
(2) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:320
(3) Veda Hutbesi
(4) Tahrim Suresi, Ayet:6
(5) İsra Suresi, Ayet:23-24
(6) Riyazüs-Salihin Tercümesi, Cilt1, Sayfa:347

Üç Aylar ve Regaip Kandili





Üç aylar diye isimlendirdiğimiz Recep - Şaban ve Ramazan aylarından ilki olan Recep ayına 16 Temmuz 2007 tarihinden itibaren girmiş bulunuyoruz. 19 Temmuz 2007 tarihinde Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece de Regaip kandilidir.


Recep ayı mübarek aylardandır. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Doğrusu Allah gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü (Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep) haram aylardır. Bu ayların haram kılınışı (Hz. İbrahim A.S’dan gelen) doğru dinin hesabı ve hükmüdür. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin.” (Tövbe / 36)

İslamiyet’ten önce bu aylara saygı duyulmuş, bu aylar girdiği zaman düşmanlıklar bırakılmış, savaşlara son verilmiştir. Bu durum İslamiyet geldikten sonra da devam etmiş, kılıçlar kınlarına oklar torbalarına konmuştur.

Üç ayların ülkemizde ve İslam dünyasın da ayrı bir yeri ve önemi vardır.Recep ayında doğanlara RECEP, Şaban ayında doğanlara ŞABAN, Ramazan ayında doğanlara RAMAZAN ismi verilmiştir.

Bu aylar, dünyanın ağır meşguliyetleri ile bunalan ruhlarımızı dinlendirir.Bu aylarda Allah’ın rahmeti adeta coşar, müminlerin üzerine sağanak sağanak yağar. Yüce Allah bu aylarda yapılacak olan hayırların ve iyiliklerin, paylaşılan sevinç ve kederlerin mükâfatını kat ve kat verir.

Üç aylar girdiği zaman peygamberimiz şöyle dua ederdi: “Allah’ım bize Recep ve Şaban’ı mübarek kıl, bizi Ramazan’a ulaştır.”(Taç, C: 5- S: 219)

Ahlâki değerlerimizi kaybettiğimiz zaman, hırsızlık, arsızlık, haksızlık, yolsuzluk, kin ve düşmanlık duyguları artar. Bu aylarda yapacağımız iç gözlemlerimiz ile merhamet ve şefkat duyguları ortaya çıkar.

Ruhun disiplin altına girdiği üç aylar sevap yönünden çok kazançlı aylardır. Kulluk şuuru içinde yüce Allah’a yapılan her türlü ibadet mutlaka karşılığını bulacaktır.

Beş kandil gecesinden dört tanesi üç ayların içindedir.Recep ayının ilk Perşembesi’ni cumaya bağlayan gecesi Regaip kandilidir.

Recep ayının yirmi altıncı gecesini yirmi yedinci gecesine bağlayan gece Miraç kandilidir. Şaban ayının on dördüncü gecesini on beşinci gecesine bağlayan gece Berat kandilidir. Ramazan ayının yirmi altıncı gecesini yirmi yedinci gecesine bağlayan gece ise Kur’ân-ı Kerim’in indiği Kadir gecesidir.

Peygamberimiz hadisi şeriflerinde bazı gecelerin çok faziletli olduğunu beyan etmiştir.O, Buyurmuştur ki:

Beş gece vardır ki, o gecelerde yapılan dualar geri çevrilmez.

1- Recep ayının ilk Cuma gecesi.(Regaip Kandili)
2- Şaban ayının on beşinci gecesi.(Berat Kandili)
3- Cuma gecesi.(Perşembeyi cumaya bağlayan gece)
4- Ramazan bayramı gecesi.(Arife gününü bayrama bağlayan gece)
5- Kurban bayramı gecesi.(Arife gününü bayrama bağlayan gece)-(Camiussağır/C:2 S:5)

Regaip kandili üç ayların ve kandil gecelerinin habercisidir. Bu gece -rağbet edilen- hürmet edilen- bolluk- bereket ve fazilet gecedir. Bu gecede Allah’ın lütuf ve ihsanı müminlere bol bol verilir.

Bu mübarek aylarda ve gecelerde peygamberimizin tavsiye ettiği şu duayı yapalım: “Allah’ım sen affedicisin affetmeyi seversin beni de affet.”(Tirmizi/84)


Mübarek aylarda ve kandil gecelerinde, kötü duygu ve düşüncelerimizi kalplerimizden atalım. Kin ve düşmanlık gibi duygulara yer vermeyelim. Kalplerimizi güzel duygularla dolduralım. Birbirimizi sevelim. Ey Allah’ın kulları kardeş olalım.

ÜÇ AYLAR VE REGAİP KANDİLİ MÜBAREK OLSUN, GÖNLÜNÜZ HUZURLA DOLSUN.

Akçapınar Köyü


Tarihi kaynaklara bakıldığında bölgede, Hititlerin- Frigyalıların- Lidyalıların- Perslerin- Bitinya Krallığının- Bizanslıların- Anadolu Selçuklu Beyliklerinin yaşadığı görülmektedir.

TARİHÇESİ:

Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin kumandanlarından Samsa Çavuş ve (Harmankaya Tekfuru iken Osman gazinin safına geçen ) Köse Mihail komutasındaki birlikler, 1290 yılından sonra bölgeyi Rumların elinden almışlar, böylece köyün de içinde bulunduğu çevre Osmanlı Oğullarının eline geçmiştir.

Horasan Erenleri adı verilen gönül ehlinin, bölge halkının maneviyatında önemli yeri vardır. Bu Erenlerin türbeleri ulu bir çınar gibi zamanımıza kadar gelmiş, halkın huzur kaynağı olmuştur. Kükürt Köyü Erenleri- Gökçeözü Köyü Erenleri ve Akçapınar Köyü Erenleri bunlardandır.

Tarihi ipek yolunun Nallıhan- Demirhan- Curcurhan- Kervan üzerinden Taşhan ve Vezirhan yol güzergâhının Curcurhan mevkiinde, Dede adında veli bir kişiye ait türbenin bulunması; yol yapımı esnasında insan iskeleti kemiklere rastlanması; su kanalı eski olan bir çeşmenin bulunması; burada bir han olduğuna ve buranın bir yerleşim yeri olduğuna işaret etmektedir. Bu hana, çeşmeden akan suyun az olmasından dolayı Curcurhan denildiği düşünülmektedir.

Köyün ortasındaki çeşmenin başında horasandan yapılma bir su tünelinin bulunması, köy mezarlığında bulunan ağaçların yaşları, köyün tarihinin eskiye dayandığını göstermektedir.

Osmanlılarla birlikte bölgeye gelen halkın, su kaynaklarının bulunduğu yerlere yerleştikleri, tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları anlaşılmaktadır.

Dağınık halde yaşayan bu insanların, daha sonra bulundukları Eskiköy, Akçapınar, Yukarıköy, Kaşıkçı, Süleymanlar, Kocaceviz ve İdiriz denilen yerlerden ayrılarak bir araya geldikleri ve bugünkü köyün bulunduğu yere yerleştikleri, adına da AKÇAPINAR KÖYÜ isminin verildiği söylenmektedir.

NOT: Akçapınar, Bir mevkinin adı olup buradan gelenlerin ismine izafeten köye bu isim verilmiştir.

DOĞA YAPISI-İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ:

Köy, Osmanlı Devletinin kuruluş merkezi Söğüt’ün doğusunda yer almakta olup, Taraklı ilçesine 15 km. Sakarya iline 85 km. mesafededir. Karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak, kışları soğuktur. Bozkır halindedir. Yer yer çalılıklar ve meşelikler bulunur.


HALKI VE NÜFUSU:

Köy, altmış beş hane civarında olup nüfusu dışarıda olanlarla birlikte üç yüz kişiyi geçmektedir. Halkı, Manavdır. Manavlar: Anadolu Türküdür. Göçerliliği bırakıp ziraat yapmaya başladıklar için kendilerine bu isim verilmiştir. İnsanları mülayim, uyumlu ve sakindir.

EKONOMİ VE GELİRİ:

Gelir, tarım ve hayvancılığa dayanır. Son senelerde meyvecilikte; özellikle kiraz ve vişne yetiştirilmesinde hızlı bir gelişme göstermiştir. Sebzecilik ihtiyacı karşılayacak kadar yapılır. (İÇP-2007)

KAYNAKLAR:

İnternet kaynaklarından; Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihinden; Âşıkpaşazade Tarihinden; Köyün Büyüklerinin Bilgilerinden faydalanarak hazırlanmıştır.

Cinler Ve Şeytanlar



Cinler hacmi ve kütlesi olmayan, ışınsal varlıklardır. Manyetik akım ve enerji ile hareket ederler. Vücut yapılarından kaynaklanan hızları, engelleri aşmada kendilerine üstünlük sağlar. Yeryüzünde ve gökyüzünde yaşarlar. Akıl ve irade sahibidirler. Yaşarlar ve ölürler. Erkeği ve dişileri vardır. Halk dilinde cinler erkek, periler de kadın olarak kabul edilir. Zamanımızda cinler, uzaylılar olarak düşünülmektedir.
Cinler birçok inanışta ve semavi dinlerde varlığı kabul edilen ruhani varlıklardır. Onlar da Allah’a ibadet etmek için yaratılmışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat / 56)Peygamberimiz aynı zamanda cinlere de peygamber olarak gönderilmiştir. “Hani cinlerden bir gurubu, Kur’ân’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’ân-ı dinlemeye hazır olunca birbirlerine: “Susun” demişler, Kur’ân’ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşler. Ve kavimlerine: Ey kavmimiz! Doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” (Ahkâm / 29- 31)
Kur’ân-ı Kerim’de 88 yerde şeytan, 32 yerde değişik ifadelerle cinlerden bahsedilir. Cinlere ait özel bir sure vardır. Adı da : “Cin suresidir.” Onların ateşten yaratıldığı beyan edilir ve şöyle denir: “Cinler de zehirli ateşten yaratılmıştır. (Hicr / 27) Burada belirtilen zehirli ateşten kasıt, özel bir ateştir. Bizim bildiğimiz manada bir ateş değildir.
Cinler, Hz. Süleyman zamanında bilimsel ve sanatsal ekinliklerde bulunmuşlar, medeniyete katkı sağlamışlardır. Orduda yer almışlar, ustalık, dalgıçlık, yapmışlar; heykeller, büyük havuzlar, kazanlar meydana getirmişler; laboratuar düzeyinde çalışmalar yürütmüşler, teknolojinin ilerlemesine yardımcı olmuşlardır. Bu konu Kur’ân-ı Kerim‘de şöyle anlatılır: “Allah’ın izniyle cinlerden bir kısmı, Hz Süleyman’ın emrinde çalışırdı. Onlar Hz. Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar geniş leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. (Sebe / 12- 14) Bugün dünyada bulunan, o devirler de Nâsıl yapıldığı hala çözülemeyen, M.Ö. sine ait harikuladeki sanatsal yapıların yapımında acaba cinlerin katkısı mı vardır?
Cin ayrı şeytan ayrı değildir. Yaratılış itibarı ile aynıdır. Şeytanlar İblisin zürriyetindedir. İblis ise cinlerdendir. O, Allah’ın emrinden çıkmış, Hz. Âdem’in yaratılışını kabul etmemiş, Onun lanetine uğramıştır. Cinler ile şeytanlar arasındaki fark, iman edip etmemeleri yönündedir. Cinlerden mümin ve kâfir olanlar vardır. Şeytanlar ise kâfirdir.
Cinler, insanlarla iletişim kurup onlara asılsız gerçeğe uymayan fikirler aşılarlar. Kalplere kötü duygular verirler, kötülük tohumları ekerler. İnsanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşırlar. İnsan vücudu kişiden kişiye değişen hassasiyette yaratılmıştır. İnsanın manyetik akım alan vücut bölgeleri vardır. Bazı insanlarda bu bölgeler daha hassastır. Cinler insanın beynine, aklına, düşüncesine ve sistemine nüfuz ederek oraları tesir altına alırlar. İnsan vücudunun ürettiği enerci ve elektrik akımını düzensiz hale getirirler, kişi psikolojik hasta haline gelir. Korku, endişe ve ürperti içindedir. Şeytanlar ise insanın inanç merkezlerine etki ederler. İnsanı yasak ve haram bölgelere götürürler. Suça teşvik ederler. Burada devreye yaratılıştan metafizik âlemle irtibatı olan büyük âlimler ve dualar devreye girer. İnançlarını yaşayan, Allah’a sığınan insanlar üzerinde şeytanların ve cinlerin etkisi yoktur.
Peygamberimizin cinlerin etkilerine karşı Ayetel- kürsü ile Felak ve Nâs surelerini okuduğu rivayet olunmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in son suresi olan Nâs suresinde şöyle buyrulur:“
O sinsi vesvesenin şerrinden, O ki insanların göğüslerine fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım!” (Nâs / 4-6).
Işınsal olmaları nedeniyle göremediğimiz, mahiyetini kavrayamadığımız gizemli varlıklar olan cinler, ışığın enerjiye dönüşmesinde sağlanacak gelişmelerle, daha iyi bilinebilirler, onlar ile ilgili sır perdesi de ortadan kalkabilir.